27 Mart 2018 Salı

Bir Annenin İbretlik Teslimiyeti Ancak Bu Kadar Olur

zemzem, hz ibrahim, hz. sare, hz. hacer, mekke, medine, hz. ismail, çöl, halilullah, Allah dostu, dini hikaye, kıssa


Bir Annenin İbretlik Teslimiyeti Ancak Bu Kadar Olurİlk eşi Hz. Sâre’den çocuğu olmayan Hz. İbrahim, daha sonra Hz. Hacer’le evlenmişti. Hz. Hacer validemiz- den Hz. İsmail dünyaya gelmişti. Hz. Sâre validemiz bu doğuma çok sevinmiş, ancak zamanla kadınlık hislerine hakim olamamış ve kıskançlık göstermeye başlamıştı. Aklı bu yersiz kıskançlığa karşı çıksa da hisleri buna isyan ediyordu.
Bu olayları takip eden zamanlarda Hz. İbrahim (aleyhis- selâm) İlahî emir üzerine Hacer validemizi ve henüz emzik- ten kesilmemiş olan oğlu Hz. İsmail’i yanına alarak yola çıkmıştı. Bu göçün zahirî sebebi, Hz. İbrahim’in iki eşi arasındaki kıskançlık olsa da, aslında o mahzun anne ve masum bebek kaderin hükmüne boyun eğmeli; asırlar son- ra gelecek “insanlık ağacının en kıymetli meyvesi”ne ze- min hazırlamak için hicret etmeliydi. Uzun bir yolculuktan sonra nihayet Mekke’ye varmışlardı. O günün Mekke’si, etrafı yanık dağlar ve kara çehreli kayalıklarla çevrili, kalplere ürperti veren, ekin bitmez, kervan geçmez bir vadiydi. Orada ne içecek bir su, ne de kendisinden su istenecek bir canlı vardı.
Hakk’ın Halîl’i, sadece bir kırba ve birkaç hurma ve- rerek, bu iki muhaciri bomboş vadinin ortasına bırakmış, gönlünü kavuran bir hicran ve yanaklarından süzülen gözyaşlarıyla Şam’a gitmek üzere oradan ayrılmıştı. Geri dönüp ardına bakmaktan bile kaçınıyor, hızlı adımlarla bir an önce gözden kaybolmak istiyordu. Hazreti Hacer, birkaç defa “İbrahim!..” diye seslendiyse de, o cevap verememiş; merhamet ve şefkatinden dolayı emre muhalif davranmaktan, hayatının neşesi bu iki insanı böyle bırakıp gidememekten korkmuştu. Ciğeri yanan mahzun kadın, iç çekişlerine mâni olabildiği bir an, son bir kez daha:
– Ey İbrahim, bizi kime bırakıyorsun!.. Yoksa bu, Allah’ın emri mi deyince, o yüce Nebi yine arkasına dönmeden:
– Evet, bu Rabbimizin emri, diyebilmişti.
O andan sonra artık Hacer gözyaşlarına “dur” emrini vermiş:
– Git ey İbrahim! Bu madem Allah’ın emri, O bizi zayi etmeyecek, yalnız bırakmayacaktır, diye seslenmişti.
Bu kavruk, kupkuru, haşin dağların, katılaşmış lavların ortasında, uzak vadinin derinliklerinde yalnız bir çocuk ve çaresiz bir kadın… Bunların hâli susuz, kimsesiz ve barınaksız nasıl olacaktı? Yaşamak için su gerekirdi; bebek süt, insan yâran, kadın kollayıcı, anne hâmî, yalnız dost, güçsüz yardımcı isterdi… Fakat emir, O’nun emri değilmiydi? O istemedi mi hicreti; O’nun muradı değil miydi ayrılıklar, geçici yalnızlıklar? Öyleyse, tevekkül, mutlak te- vekkül gerekirdi.
Cenab-ı Hakk’ın çağrısına cevaben göçe katlanan Hz. Hacer, kendini O’na teslim etmişti. Şehirden, hayatın için- den ayrılarak bu susuz, ıssız, çorak vadiye yerleşmeye de O’nun emri olduğu için katlanacaktı. O katıksız bir tevek- kül ve iman gücüyle bütün ince hesapları, kuru mantığı bir tarafa bırakmış ve yalnızca Yaratan’ına sığınmıştı. O’nu sevmiş, gönlünü bütünüyle O’na vermiş ve sadece O’na dayanmıştı.
Fakat Hz. Hacer öyle bir insandı ki, açlıktan ağlayan bebeğinin yanında mucize bekleyerek oturup duramazdı. Görünmez yerlerden bir elin uzanıp bir şeyler yapmasını, gökten bir zenbil inmesini, cennetten bir ırmağın akmasını umamazdı. Tevekkülü, boş ve gayretsiz bekleme olarak anlayamazdı. Öyleyse yavrusunu Allah’a emanet etme- li; kendisi de Allah’a derin itimad duygusuyla doğrularak Safâ-Merve arasında koşmaya, çırpınmaya durmalıydı; kendi iradesini temsil eden ayaklarıyla ve kendi gücünü gösteren elleriyle arayışa koyulmalıydı. Ve öyle de yaptı. Hiç ummadığı bir anda, hiç beklemediği bir yerden niyazın gücü ve Allah’ın rahmetiyle İlâhî lütuf yetişti. Cebrail (aley- hisselâm), asırlar sonraki bir kutlu doğumun şerbetini, o vila- detin beşiği Mekke’nin ilk sakinlerine takdim etti. İsmail’in ayaklarının önünde melek kanadıyla açılan öteler kaynaklı arktan su fışkırmaktaydı. Taştan doğan hayat kaynağı tatlı pınar öyle gür akmaktaydı ki; sevinç ve şükür çığlığı ko- paran bahtiyar anne “Zem zem!” diye bağırmak zorunda kalıyordu. Rivayetlere göre, “Zem zem” o günkü dilde “Dur dur” demekti.
Hz. Hacer validemiz, zemzem sayesinde hem susuz- luğunu hem de açlığını gidermiş; bebeğine de süt emzirip onu büyütmeye başlamıştı. Çok geçmeden, Allah Teâlâ, Yemenli Cürhüm kabilesinden bir yolcu kafilesini, Kâbe’nin bulunduğu yöne sevk etmişti. Zemzemi gören yolcular, burayı yurt edinmeye karar vermiş; böylece Hacer valide- mizin ve Hz. İsmail’in yalnızlıkları da sona ermişti.
Kıssadan Hisse1. İnsan, Allah’ın emirlerine her şeye rağmen O’nun emri olduğu için katlanmalı ve teslim olmalıdır. O’nu sev- meli, gönlünü bütünüyle O’na vermeli ve sadece O’na dayanmalıdır. Allah’ın emri ile başka herhangi bir hususun tercih edilmesi durumunda Allah’a gerçek mânâda inanmış bir Müslüman, Allah’ın emrini yerine getirmelidir.
2. Tevekkül, boş ve gayretsiz bir bekleme demek değildir. Bir insan hangi şartlarda olursa olsun, sebepler planında gereken ne ise onu yaptıktan sonra tevekküle sığınmalıdır. Bu, Allah’ın bir kanunudur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder