kıssa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kıssa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mayıs 2024 Perşembe

DİNİ HİKAYE DİNİ KISSA

 Bir gün Hazret-i Ali, zevce-i muhteremesi Fâtımatü’z-Zehrâ’ya:

“–Çok acıktım, evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Hazret-i Fâtıma, evde yiyecek bir şey bulunmadığını, yalnız altı akçelerinin olduğunu söyledi. Hazret-i Ali bu altı akçeyle yiyecek almak üzere çarşının yolunu tuttu. Yolda giderken birinin, bir müslümanın yakasına yapışmış:

“–Ya hakkımı ver ya da yürü mahkemeye gidelim!” dediğini duydu. Borçlu adam biraz mühlet istiyorsa da alacaklı müsâade etmiyordu. Adamların çekişmelerini gören Hazret-i Ali:

“–Münâkaşanız kaç para içindir?” diye sordu.

“–Altı akçe için.” cevâbını alınca, kendisinin de muhtaç olduğu o altı akçeyi vererek, borçlu müslümanı sıkıntıdan kurtardı. Ardından Hazret-i Fâtıma’ya ne cevap vereceğini düşünmeye başladı. Sonunda; «Nasıl olsa Fâtıma, kadınların seyyidesi, Rasûlullâh’ın kızıdır, anlayış gösterir.» diyerek evine döndü. Hazret-i Ali (ra) yaptığı îsârı Fâtıma vâlidemize anlattı. O da:

“–Çok iyi yapmışsın, el-hamdü lillâh, bir müslümanı hapisten kurtarmışsın. Hak Teâlâ bize kâfîdir.” buyurdu. Fakat biraz da mahzun oldu. Hazret-i Ali, onun üzüntüsünü sezip, iki oğlunun da açlıktan ağladığını görünce gönlünde bir kırıklık hissederek dışarı çıktı. «Bâri Rasûlullâh’a gideyim de O’nun mübârek yüzünü seyrederek üzüntümü unutayım.» diye düşündü. Bu düşünceyle yürürken, elinde besili bir deve olan bir kimseye rastladı. O şahıs Hazret-i Ali’ye:

“–Bu deveyi satıyorum, alır mısın?” diye sordu. Hazret-i Ali parasının olmadığını söylediyse de adam veresiye olarak deveyi yüz akçeye sattı. Hazret-i Ali, elinde deve ile biraz uzaklaşmıştı ki, yolda rastladığı başka bir adam:

“–Bu deveyi bana üç yüz akçeye satar mısın?” diye sordu. Hazret-i Ali kabul etti ve deveyi o şahsa sattı. Üç yüz akçeyi peşin alınca da çarşıdan yiyecek bir şeyler alıp evine götürdü. Hazret-i Fâtıma’ya, olup biteni anlattı. Yemeklerini yiyip Allâh’a hamd ü senâlar ettiler. Daha sonra Hazret-i Ali, evinden çıkıp Peygamber Efendimiz’in yanına gitti. Efendimiz (sav):

“–Yâ Ali! Deveyi kimden alıp, kime sattın biliyor musun?” buyurunca:

“–Allah ve Rasulü bilir.” dedi. Peygamber Efendimiz:

“–Sana deveyi satan, Cebrâil (as); satın alan da İsrâfil (as) idi. Deve de cennet develerinden idi. O müslümanı sıkıntıdan kurtardığın için Hak Teâlâ dünyada bire elli verdi. Âhirette vereceğinin hesabını ise kendisinden başka kimse bilmez.” buyurdu. (Ramazanoğlu Mahmud Sâmî, Hz. Aliyyü’l-Murtezâ, s. 54. s. 119-122.)

5 Nisan 2023 Çarşamba

ARSI SAADETTEN KISSA

 Hz. Ömer'in oğlu ve Efendimiz'in duygulu sahâbîsi Abdullah İbni Ömer diyor ki:

Bir gün Resûl-i Ekrem'in yanında bulunuyordum. Ensardan bir adam gelip selâm verdikten sonra.

-Yâ Rasûlallah! Hangi mü'min daha faziletlidir? diye sordu.

Resûl-i Ekrem (sav) de:

"Ahlâkı en iyi olan mü'min" diye cevap verdi.

O zât yine

-Yâ Rasûlallah! Hangi mü'min daha zekidir? diye sorunca:

"Ölümü en çok hatırlayıp ölümden sonrası için en iyi hazırlık yapanlar zeki adamlardır" buyurdu. (İbni Mâce, Zühd 31)

2 Şubat 2023 Perşembe

GENÇ KÖLENİN MERHAMETİ - DİNİ HİKAYE

GENÇ KÖLENİN MERHAMETİ,DİNİ HİKAYE,kıssa,menkıbe,ekmek yiyen köpek,sokak hayvanları,kelb,Abdullah bin Cafer,asrı saadet,kölelik,köle azad etmek,

Abdullah bin Ca'fer (ra) bir gün kendi çiftliğine giderken yolu üzerinde bir bahçeye inip istirâhat eyledi. O bahçenin siyah genç bir bahçıvanı vardı. Bahçeyi beklerdi. O gencin yanına bir köpek geldi Genç, köpeği görünce köpeğe bir ekmek atıverdi. Köpek onu hemen yedi. Bir ekmek daha verdi, Onu da yedi. Üçüncü bir ekmek daha verdi köpek onu da hemen yedi. Abdullah bin Ca'fer Hazretleri o gencin haline nazar etli ve:


- Sana bir günde ne kadar ekmek verirler? diye sordu. Genç de:

- "Şu gördüğün üç ekmekten fazla vermezler" dedi. Abdullah da:

- "Niçin bir günlük nafakanın hepsini kelbe verdin? Sen kendini aç koydun" dedi. Genç köle de şöyle cevap verdi:
- "Bu mekân köpek yeri değildir. Bildim ki bu kelb uzak yerden gelmiş ve çok acıkmıştır. Onu aç göndermeği revâ görmedim. Onun karnı doysun da ben bir gün aç kalır oruç tutarım"

Bu sözü işitince Abdullah bin Ca'fer o genç köleyi ve o beklediği bahçeyi sâhibinden satın alıp âzâd etti, bahçeyi de ona bağışladı.

Böylece şu hadîs-i şerîfin sırrınâ mazhar oldu.

"Cûd ve sehâ ile mevsûf olunuz ki Cenâb-ı Allah hakkınızda cömertlikle muâmele buyursun... Cenâb-ı Hak buyurmuştur ki sen infâk et! Ben de sana infâk edeyim."

İşte bu genç köle bir saat içinde hem kölelikden ve hem de fakirlikden kurtuldu ve hem de dünyaca zengin oldu. Âhiretce nâil olacağı mükâfât-ı ebediyye ise şüphesiz daha büyüktür. (M.Sâmi Ramazanoğlu, Altınoluk Dergisi Aralık-2000)

15 Aralık 2022 Perşembe

KAMU YÖNETİCİLERİ GÖREVLERİ SÜRESİNCE ZENGİNLEŞEMEZLER.

ÇOK ANLAMLI BİR KISSA OKUYALIM PAYLAŞALIM TEŞEKKÜRLER, KAMU YÖNETİCİLERİ GÖREVLERİ SÜRESİNCE ZENGİNLEŞEMEZLER, kıssa,dini hikaye,hz Ömer,asrı saadet,hz abbas,hz ebubekir,
(ÇOK ANLAMLI BİR KISSA OKUYALIM PAYLAŞALIM TEŞEKKÜRLER)

Hz.Abbas (ra)'ın valilik görevi biter ve Mekke'ye bir kaç deve yükü malla döner.
Hz.Ömer (ra) “Ya! Abbas bu mallar nedir?” diye sorar.
Hz. Abbas (ra), “Ticaretten kazandığım mallardır" diye cevap verir.
Hz. Ömer (ra), "Abbas, bu malları hazineye vermelisin" der.
Hz. Abbas (ra) “Ya! Ömer benden şüphen mi var?" diyerek malları hazineye vermeyi reddeder.
Hz. Ömer (ra) bu kez Halife Hz. Ebubekir (ra)'e giderek mallara el konulmasını ister.
Hz. Ebubekir (ra) de “Ya Ömer, bu kişi Abbas'tır. Ondan nasıl şüphelenirsin" diyerek bu isteği reddeder.
Hz. Abbas (ra) o gece sabaha kadar rüyasında suda boğulduğunu görür.
Sabah olduğu zaman ilk iş olarak Hz. Ebubekir'e gider durumu anlatır. Ardından da bütün malları hazineye bağışlar.
Hz. Ömer'i çağırarak "Sen haklı çıktın. Bu karara nasıl vardın?" diye sorarlar.
Hz. Ömer (ra) de içtihadını açıklar:
"KAMU YÖNETİCİLERİ GÖREVLERİ SÜRESİNCE ZENGİNLEŞEMEZLER."

6 Aralık 2022 Salı

KISSA - KADINLARA NASIL DAVRANILMALI?

kıssa,hikaye,dini hikaye,asrı saadet,kadınlar,kızlar,kadın hakları,hz Muhammed,hz Ömer,yumuşak huylu olmak,kız,genç kız,sohbet,

Vaktiyle Hz. Ömer (ra) bir gün, Allah Rasûlü (sav)’in yanına girebilmek için izin ister. O esnâda Hazret-i Peygamber’in yanında, kendisine çeşitli sorular soran Kureyşli kadınlar vardır ve sesleri nezâket sınırının biraz ötesine geçerek Allah Rasûlü’nün sesini bastırmaktadır.

Oradaki hanımlar, Hz. Ömer’in içeri girmek için izin istediğini duyunca hemen toparlanırlar. Hz. Ömer (ra) Peygamber Efendimizʼin izniyle içeri girdiğinde, Oʼnun gülümsediğini görür ve hayretle sebebini sorar. Efendimiz de:

“–Yanımdaki bu kadınların, senin sesini duyunca hemen toparlanmalarına hayret ettim.” karşılığını verir. Hz. Ömer ise:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Sen edep ve hürmet gösterilmeye daha lâyıksın!” der ve kadınlara dönerek:

“–Ey kendilerine yazık edenler! Benden çekiniyorsunuz da Allah Rasûlüʼnden neden çekinmiyorsunuz?!” diyerek onları azarlar. Bunun üzerine o kadınlar:

“–Sen çok sert ve katısın (bundan dolayı senden korkarız).” derler.

Allah Rasûlü (sav) aralarına girerek:

“Ey Ömer, tamam! Allâh’a yemin olsun ki, (bu kadar sertlik ve azametin) karşısında şeytan seninle karşılaşsa, mutlaka yolunu değiştirir, başka bir yola sapar!” buyurur. (Buhârî, Edeb, 68)

Bu misâl bile, -bırakınız kadına karşı şiddeti-, Hazret-i Peygamber’in herkese karşı sergilediği yumuşak ve hoşgörülü tavrın, kadınlar karşısında ne kadar müstesnâ bir nezâket ve inceliğe dönüştüğünün apaçık bir göstergesidir. (Osman Nûri Topbaş, Şebnem Dergisi, Ocak-2012)

30 Kasım 2022 Çarşamba

KUR'AN'DAN KISSA İKİ ADAMIN HİKAYESİ

KUR'AN'DAN KISSA İKİ ADAMIN HİKAYESİ,kıssa,hikaye,öğüt,üzüm,bağ,şirk,dünya sevgisi,ahiret,gurur,kibir,kıyamet,yaratılış,sperm,servet,tarım,şarap,

İKİ ADAMIN HİKÂYESİ

Yüce Rabbimiz bizler için büyük ders olacak bu kıssaya, Kitab-ı Keriminde,“Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat” diye başlar ve şöyle devam eder:

“Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik. İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbirini eksik bırakmamıştı. İkisinin arasından bir de ırmak fışkırtmıştık. Bu adamın başka geliri de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: “Ben, servetçe senden daha zenginim; insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm.”

(Böyle gurur ve kibirle) kendisine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: “Bunun, hiçbir zaman yok olacağını sanmam.”

“Kıyâmetin kopacağını da sanmıyorum. Şâyet Rabbimin huzuruna götürülürsem, hiç şüphem yok ki, (orada) bundan daha hayırlı bir akıbet bulurum.”

Karşılıklı konuşan arkadaşı ona hitaben şöyle dedi: “Sen, seni topraktan, sonra nutfeden (spermadan) yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah’ı inkâr mı ettin?”

“Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam.”

“Bağına girdiğinde: Mâşâallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır, deseydin ya! Eğer malca ve evlâtça beni kendinden güçsüz görüyorsan (şunu bil ki):”

“Belki Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verir; senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de bağ kupkuru bir toprak hâline gelir.”

“Yahut, bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu arayıp bulamazsın.”

Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi. Böylece, bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini ovuşturup kaldı. Bağın çardakları yere çökmüştü. “Ah, keşke ben Rabbime hiçbir ortak koşmamış olsaydım!” diyordu.

Kendisine Allah’tan başka yardım edecek destekçileri olmadığı gibi kendi kendini de kurtaracak güçte değildi.

İşte burada yardım ve dostluk, Hak olan Allah’a mahsustur. Mükâfatı en iyi olan O, en güzel âkıbeti veren yine O’dur.” (Kehf suresi: 32-44)

Şirk ve dünya sevgisi, kişiyi, dünyada ve âhirette helâke götürür.

Tevhîde sarılmak ve dünya sevgisini terk etmek de iki cihanda kurtuluşa vesile olur.

20 Ekim 2022 Perşembe

İTALYA’DA BİR YENİÇERİ (İL TURCO)

İTALYA’DA BİR YENİÇERİ, İL TURCO,yeniçeri,osmanlı hikayeleri,türk hikayeleri,ottoman,italya,roma,moena,ausburk dükalığı, Anna Masala,avusturya,turco,Almanya,viyana kuşatması,kıssa
İTALYA’DA BİR YENİÇERİ (İL TURCO)
Bir Osmanlı Yeniçeri’si 1683’deki Viyana Kuşatması’nın hemen ardından İtalya’ya geçip yerleşir. İl Turco olarak çağrılan Yeniçeri’mizin yerleştiği köyün adı Moena. Şimdi, kendilerini bu Türk’ün torunları olarak bilen köy halkı, o zamanlar Ausburg Dükalığı’na bağlıymış. Târih boyunca birçok kültürün izlerini taşıyor.Avusturya’nın sınır kapısına 165, Roma’ya da 700 kilometre uzaklıktaki Alp’ler üzerindeki Teronda bölgesinde bulunan bu köy, bu şirin dağ kasabası şimdi Moena sporları için modern bir turizm yeri. Bütün geliri turizmden. Yerli turstlerin dışında Avusturya ve Almanya’dan gelenler çoğunlukta. Gerçek nüfusu 2600, ancak nüfus kışın 55 bin yazın da 30 bin’e ulaşıyor. Moena’yı yani Türk Köyü’nü ilk önce Türkoloji dalında öğretim üyeliği yapan Prof. Dr. Anna Masala keşfetmiş. Prof. Masala köyle ilgili ilk tanışmasını şöyle anlatıyor: “Âilemle Moena da dolaşırken birden (Turchia) yazan bir ok işâreti görmüştüm. Bu işâret bir ara sokağı gösteriyordu. Sokak, Avusturya usulü balkonlu, bol çiçekli ahşap evlerle doluydu. Meydanın ortasında bir çeşme vardı. Çeşmenin sulağının bittiği yerde, bir Yeniçeri büstü bütün heybeti ile sanki bana bakıyordu. Donakaldım...Gördüklerimin ne olduğunu sordum. Cevâbı karşısında şoke oldum. Burası bir Türk’e inanç duyan ve asırlarca bunu koruyabilen bir Türk köyüydü. Anlatılan hikâyesi şöyle: 1683 Viyana Kuşatması sonrası yara alan bir yeniçeri donmak üzereyken bir Ausburglu kendisini bulur ve köye yerleştirir. Yeniçeri bir kızla evlenir. Osmanlı erkeği görünümü ile köyün ağası hâline gelir. O zaman köy en çok 30 hânedir. Sık sık dükalığın askerleri vergi toplamak için köye gelmektedir. Bizim Türk, köyünün erkeklerini bu haksız vergiye karşı ayaklandırır. Türk yaşadığı sürece bir daha ne askerler gelirler ve ne de vergi toplanabilir. Kahramanımız kısa sürede, Ladino dilini de öğrenir. Ama hiç bir zaman frenk elbisesine alışamaz. Başında sarık, belinde kılıç, günlerini geçirir.Türk damat kendini çok sevdirmiş. Türk âdet ve örflerinden hiçbir zaman vazgeçmemiş tir. Öğrettikleri de bugün bile, köylüler tarafından hâlâ bir tabu gibi tatbik edilmeye çalışılıyor. O kasabanın belediye başkanı şöyle anlatıyor:“Ben kendimi bildim bileli her yıl, karnaval sırasında Türk gelenekleri ve Elbiseleri ile tören düzenleriz. Topluluğun en yaşlısı sultan olarak İl Turco’yu temsil eder. Şiirler okuruz, deyişler kullanırız, tekerlemeler söyleriz. İl Turco bir anlamda hâlâ bizim liderimizdir. Onu her zaman hatırlarız. Bu bizim için artık bir gelenek, bir kuvvettir. Çoğumuz bırakın İstanbul’u, Türkiye’yi, Roma’yı bile bilmeyiz. Kitaplardan, televizyonlardan gördüğümüz kadarı ile Türk elbiselerini taklit ederiz. Düğünlerde Türk elbiseleri giyeriz. Türk bayrağını da İtalyan bayrağı kadar benimseriz. Türk topluluğundan olmakla gurur duyarız. Şimdi 120 kadarız. Her geçen gün sayımız azalıyor. Her ay bir kere dernekte toplanırız. 3 yılda bir başkan seçeriz.Aramızdan Türkiye’ye ziyârete gidenler olur. Dönüşte halkımıza arka arkaya konferans lar verilir. Türkiye ile ilgili izlenim ve hâtıralar anlatılır, sorular cevaplandırılır. Türk’ün torunları olan bizlerin başlıca kaynağı ne var ki yine turizm. Erkekler kayak öğretmenliği yaparken bâzılarımız evlerinin iki odasını pansiyon olarak verir...”

19 Ekim 2022 Çarşamba

DİNİ HİKAYE - Aziz Mahmud Hüdâyi Hazretleri'nin Duası

 DİNİ HİKAYE,Aziz Mahmud Hüdâyi Hazretleri'nin Duası,kıssa,menkıbe,dua eden adam,boğulmak,keramet,sultan ahmed han,valide sultan,Abdülkadir Geylani,ebu bekir,hz ömer,hz osman,hz Ali

Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin yaptığı ve herkes tarafından bilenen duâ... Bütün ulemâ ve evliyâ, bu duânın kabûl olduğunu, bu yola mensup olanların denizde boğulmadıklarını ve pek çok kimsenin de vefât günlerine yakın öleceklerini haber verdiklerini bildirdiler. İşte Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin kabul olunan duâsı...

Sultan Ahmed Han, Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’ne müstesnâ bir hürmet gösterir ve ikramda kusur etmezdi. Bir gün Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri ile sarayda sohbet ediyordu. Bir ara abdest tazelemek isteyen Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri için ibrik ve leğen getirdiler. Pâdişah, hocasına hürmeten ibriği eline aldı ve abdest suyunu kendisi döktü. Sultan Ahmed Hân’ın annesi de kafes arkasında havluyu hazırlamıştı. Vâlide Sultan bir ara kalbinden:

“Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin bir kerâmetini görseydim!” diye geçirmişti.

HÜDÂYİ HAZRETLERİNİN KERAMETİ

Bunun üzerine Hüdâyî Hazretleri, Vâlide Sul­tân’ın gönlünden geçenlere vâkıf olarak:

“–Hayret! Bâzıları bizden kerâmet arzu ederler. Hâlbuki Halîfe-i Rûy-i Zemîn’in elimize su dökmesi ve muhterem vâlidelerinin de bize havlu hazırlamasından daha büyük kerâmet mi olur?” buyurdu.

Sohbet esnâsında Ahmed Han:

“–Efendim! Seyyid Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin, kıyâmet günü talebelerine ve günahkâr mü’minlere şefâat edeceği hakkında rivâyetler var. Bu rivâyetlerin doğruluğu hakkında ne buyurursunuz?” diye sordu.

Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri hemen cevap vermedi. Bir müddet murâkabe hâlinde kaldıktan sonra:

“–Evet doğrudur! Abdülkâdir Geylânî Hazretleri, müntesiblerinden pek çok günahkâra şefâat edecektir!” buyurdu.

AZİZ MAHMUD HÜDÂYİ HAZRETLERİNİN DUÂSI

Pâdişah devam ederek:

“–Efendim! Acabâ zât-ı âlînizin de bizlere bir vaad ve müjdesi yok mudur?” diye sorunca, Mahmûd Hüdâyî Hazretleri ellerini kaldırıp:

“Yâ Rabbî! Kıyâmete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kere türbemize gelip rûhumuza Fâtiha okuyanlar bizimdir... Bize mensub olanlar, denizde boğulmasınlar; âhir ömürlerinde fakirlik görmesinler; îmanlarını kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bilsinler ve haber versinler ve de ölümleri denizde boğularak olmasın!..” diye duâ eyledi.

(Bütün ulemâ ve evliyâ, bu duânın kabûl olduğunu, bu yola mensup olanların denizde boğulmadıklarını ve pek çok kimsenin de vefât günlerine yakın, öleceklerini haber verdiklerini bildirdiler.)

Ahmed Han, 1617 (h.1026) senesinde hastalandı. Sırtında bir yara çıkmıştı. Mâbeynci Mustafa, Sul­tân’ın vefâtından bir gün önce hu­zû­runda iken, Ahmed Hân’ın, odada görünmeyen bâzı kimselere dört defa:

“–Ve aleyküm selâm!” dediğini işitti.

Sebebini sorduğunda Sultan Ahmed Han:

“–Şu anda yanıma Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Alî geldiler. Bana:

«–Sen dün­ya ve âhi­retin sultanlığını kendinde toplamışsın. Yarın Rasûlullah -sal­lâl­lâ­hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanında olacaksın!..» buyurdular.” cevabını verdi.

Hakîkaten ertesi gün bu dün­ya ve âhi­ret sul­tâ­nının hayatı, her fânî gibi nihâyete erdi.

Kaynak: Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013

18 Ekim 2022 Salı

SABRIN MEYVESİ - DİNİ HİKAYE

SABRIN MEYVESİ,DİNİ HİKAYE,sabrın meyvesi,gül,diken,hz Cafer,İmamı Azam,hakaret,kavga,kötülüğe iyilik,dua,kabahat,tevbekar,tevbe etmek,menkıbe,kıssa
SABRIN MEYVESİ - DİNİ HİKAYE

Peygamberimiz’in ‘’sallallahü aleyhi ve sellem’’ torunlarından ve mezheb imâmımız İMÂM-I A’ZAM’ın ‘’rahmetullahi aleyh’’ hocalarından olan CA’FER-i SÂDIK’A ‘’Radıyallahü anh’’ birisi bir gün uygunsuz sözlerle ithâm etti. Ca’fer-i Sâdık sabredip, cevap vermedi. Yanında bulunan talebelerine de müdâhale etmemeleri için tenbîh etti. O kimse ağzına ne geldiyse, ne kadar kötü söz varsa söyledi ve gitti.
Bir müddet sonra, İmâm-ı Câ’fer-i Sadık o adamın evine gitti. Bunu gören talebeleri de onun arkasından o adamın evine vardılar. Talebeleri hocalarının o edepsizce cevap vereceğini zannetmişlerdi. Şâyet o küstah adam hocalarına bir tecavüzde bulunursa hocalarını koruyacaklar ve o edepsize haddini bildireceklerdi.
Câ’fer-i Sâdık  o adamın kapısını çaldı. O adam kapıya geldiğinde:
-Az evvel bana bir takım sözler sarfeyledin. Sana cevap vermedim. Eğer bu söylediğiniz sıfatlar bende varsa; ben bu sıfatlardan, tövbe edeceğime bir daha bu sıfatlara bürünmiyeceğeme dair sana söz veriyorum. Eğer bana isnâd ettiğin sıfatlar yoksa; seni affetmesi için Allahü teâlâya dûâ edeceğim. Bana söylediklerinden dolayı seni affettim, hakkımı helâl ettim.” deyip hediyye vermiştir.
Bu âlicenablığı gören adam Câ’fer-i Sâdık hazretlerinin ayağına kapanıp, kabâhatini i’tirâf edip, tövbekâr olmuştur.

17 Ekim 2022 Pazartesi

CENNETTE HZ. MUSA'YA (A.S) NASIL KOMŞU OLDU?

dini hikaye,dini kıssa,kıssa,menkıbe,cennette hz Musaya nasıl komşu oldu,kasap,kelimetullah,misafir,yatalak,lutfi ilahi,erkam yayınları,Osman Nuri Topbaş,

CENNETTE HZ. MUSA'YA (A.S) NASIL KOMŞU OLDU?

Rivâyet edildiğine göre birgün Mûsâ -aleyhisselâm- Cenâb-ı Hakk’a niyâz etti:

“–Yâ Rabbî! Benim cennetteki komşum kimdir?”

Cevâben kendisine:

“–Ben’im filan yerde kasaplık yapan ve dostum olan bir kulum vardır. Ancak onun kasaplıktan başka çok mühim bir işi daha mevcuddur ki, eğer yanına dâvet edersen gelemez! İşte cennetteki komşun o olacaktır, ey Mûsâ!” buyruldu.

Hazret-i Mûsâ, derhal o kasabı ziyârete gitti. Kendisinin Mûsâ Kelîmullâh olduğunu bildirmeden:

“–Ben sana misâfir olarak geldim!” dedi.

Kasap da kendisine gelen ve her bakımdan diğer insanlardan farklı olduğu belli olan bu nûr yüzlü misâfire büyük bir tebessümle alâka gösterip onu evine götürdü. Hânesinin baş köşesine oturtarak izzet ve ikramda bulundu. Ona kendi elleriyle et pişirdi ve önüne koydu. Mûsâ -aleyhisselâm-’a, mühim bir işi olduğunu söyleyerek kendisini beklemeyip yemeğe başlamasını söyledi. Kendisi de pişirdiği et yemeğinin diğer kısmını küçük lokmalar hâlinde hazırladı. Sonra duvarda îtinâlı bir şekilde asılı duran zenbili indirdi ve içinde bulunan çok yaşlı, mecâlsiz âdeta kuş kadar ufalmış bir kadıncağıza hazırladığı lokmaları yedirmeğe başladı. Yemeğin ardından onun ağzını güzelce sildi. Sonra temizliğini yaptı. Sevdi, okşadı ve tekrar büyük bir îtinâ ile yerine koydu. O bunları yaparken, ihtiyar kadıncağız da sürekli ona duâlar ediyordu.

Hazret-i Mûsâ, bu zembili kasabın dükkanında da görmüş, fakat bir şey sormamıştı. Hayretle bekledi.

Kasap, bütün hizmetini bitirip Hazret-i Mûsâ’nın yanına gelince, O’nun yemeğe başlamadığını görüp sordu:

“–Ey nûr yüzlü misâfirim! Niçin yemeğe başlamadın?”

Mûsâ -aleyhisselâm-:

“–Sen bana şu zembilin sırrını söylemedikçe yiyemem!” dedi.

Bunun üzerine kasap şöyle dedi:

“–Ey misâfirim! Bu zembilin içinde bulunan yaşlı kadıncağız benim annemdir. Çok ihtiyarlamış olduğundan tâkatsizdir. Hem ona bakacak kimsem de yoktur. Ben de onu yalnız bıraktığım zamanlarda herhangi bir hayvanın kendisini rahatsız etmesi endişesiyle, böyle zembile koyup yukarı asıyorum. Bazen de yanımda dükkanıma götürüyorum. Benim gönlümün bütün huzûru, ona yaptığım hizmettendir. Günde iki öğün yemek veriyor, anneciğime karşı bütün vazîfelerimi seve seve yapıyorum!”

Hazret-i Mûsâ sordu:

“–Peki, sen bu hizmetleri yaparken o sana bir şeyler fısıldıyarak ne diyordu?”

Kasap da:

“–Annem yaptığım hizmetler için dâimâ: «–Allâh seni cennette Mûsâ -aleyhisselâm-’a komşu eylesin!» diye duâ eder. Ben de bu güzel duâya “âmîn” derim. Ancak o yüce peygambere komşu olabilecek kıymette amel nerede, ben neredeyim?!” diye cevap verdi.

O âna kadar kim olduğunu gizleyen Mûsâ -aleyhisselâm- tebessüm etti ve şöyle dedi:

“–Ey sâlih kişi, müjdeler olsun sana! İşte ben Mûsâ’yım. Beni sana Allâh gönderdi. Buyurdu ki: «Anasının hizmetinde kusûr etmeyerek rızâsını kazanıp duâsını alan o velî kulumu cennette sana komşu eyledim!» Şükreyle, lutf-i ilâhî sana mübârek olsun!”

Gözleri sevinç gözyaşlarıyla dolan kasap, büyük bir muhabbetle Mûsâ -aleyhisselâm-’ın elini öptü; sürûr, şükür ve huzûr içinde yemeklerini yediler.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-2, Erkam Yayınları

6 Eylül 2022 Salı

ADALETLİ OLMAK (TARLA HİKAYESİ)

endülüs, emevi, hakem II, kadı beşir,köşk,atatürk köşkü,adaletli olmak,tarla hikayesi,kıssa,dini hikaye,hükümdar,fakir kadın,kırmızı çiçekler,çiçekler,bahçe,villa
 ADALETLİ OLMAK (TARLA HİKAYESİ)

Endülüs Emevi hükümdarlarından Hakem II. adâletli bir hükümdardı. Adâleti yerine getirmekte ondan geri kalmayan da bir kadısı vardı: Kadı Beşir.
Hükümdar, bahçesine büyük bir köşk yaptırmak istedi. Fakat arsası yetmiyor, fakir bir kadına ait tarlayı da almak gerekiyordu. Kadın tarlasını vermek istemedi. Fakat tarlayı zorla alıp köşkü onun tarlasına uzattılar. Köşk bitmişti. Kadın, Kadı Beşir’e gitti.
Durumu bildirip şikayette bulundu. Kadı, kadına 
-Hiç meraklanma ben bunu düzeltirim.
Kadı Beşir, bir eşek aldı, eşeğin üzerine boş bir torba koydu. Vardı  gitti. Köşkün önünde Hakem pencerede oturuyordu, Kadı: -Ey hükümdar, diye seslendi, bu torbayı şuradan toprakla doldurur musun?
Hakem, Kadı’nın gizli bir gâyesi olduğunu anlayarak aşağıya indi, torbayı doldurdu. Kadı:
-Hele şu torbayı kaldır da eşeğe yükleyelim.
Hükümdar uzun uzun zorlandı. Torbayı kaldıramadı. Bunun üzerine Kadı şöyle dedi:
-Ey hükümdar, bu torbadaki toprak, fakir kadından zorla aldığın şu tarlanın ancak çok küçük bir bölümdür. Sen bunu kaldıramıyorsun. Peki, yarın öbür dünyada, o koskoca tarlanın yükünü ve günahını nasıl kaldıracaksın?
Bundan sonra, tarla, köşklerle beraber kadına verildi.

4 Eylül 2022 Pazar

HİKAYE KISSA - MİSAFİRE İKRAM

 yemek, kahvaltı, ikram, misafire ikram, hz ömer, asrı saadet,menkıbe, hikaye, dini hikaye, kıssa,misafire ikramın önemi

MENKÎBE ............... MİSAFİRE İKRAM

Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” misafirlerine her zaman bizzat kendisi hizmet ederdi.
Birgün, sahâbîlerden birisi, bu hareketinin sebebini merak edip sorar.
-Ey Ömer! Siz Müslümanların koskoca halîfesisiniz, buna rağmen gelen misafirlerinizin hizmetlerini başkaları yapacak olduğu halde, kendiniz yapıyorsunuz? Bunun sebebi nedir?
Hazret-i Ömer buyurur ki:
“Ben Peygamber aleyhisselâmdan işittim: (Misafirin bulunduğu yerde, melekler saygılarından dolayı kıyâm ederler. (ayakta dururlar) işte ben de, melekler ayakta dururken oturmaktan utanıyorum. Misâfire ikrâmı da bizzat kendim yapıyorum.” dedi.

26 Ağustos 2022 Cuma

HİKAYE - ESKİCİYLE ZENGİN

hikaye, kıssa, eskici ile zengin, tarihi sokaklar, eskiciler, altın, neşe, üzüntü, uyku, uykusuzluk

HİKAYE - ESKİCİYLE ZENGİN

Vaktiyle bir eskici varmış. Sabah akşam papuç yamar, neşe içinde imiş. Mutlulardan daha mutluymuş. Eskicinin bir de komşusu varmış. Zengin mi zengin fakat asık suratlının biriymiş.
Ne neşeliymiş ne de doğru dürüst uyku uyuyabilirmiş. Aklı fikri kazancındaymış. İki de bir gece kalkar altınlarını sayarmış. Zaman zaman da kendi kendine; şu işe bak, param var uykum yok, neden pazarda yiyecek satıyorlar da uyku satmıyorlar demiş.
Bir gün eskici komşusunu konağına çağırmış.
- Merak ettim doğrusu, yıllık kazancınız ne kadar?
Eskici gülmüş:
- Beyim, ben gün kazanır gün yerim yıllık hesaba aklım ermez.
- Peki günlük kazancın ne kadar?
- Gününe bakar kimi gün az kimi  gün çok.
Zengin adam, adamın saflığına gülmüş:
- Dur demiş sana bir iyilik yapayım. Al şu yüz altını sakla, bayramlarda bozdur bozdur ye.
Eskici bu kadar parayı rüyasında bile görmemiş. Almış altınları evinin bir köşesine gömmüş, gömmüş ama yüreğini dünyanın bütün endişeleri sarıvermiş ikide bir gece kalkar, altınlar yerinde duruyor mu diye bakarmış. Gözü uyku tutmaz olmuş. Gayri neşe de kalmamış. Sonunda dayanamamış, altınları çıkarıp zengin adama geri götürmüş.
- “Al altınlarını arkadaş, ver uykumu” demiş


 

20 Ağustos 2022 Cumartesi

HİKAYE- KISSA .......YUMURTA HIRSIZI

hikaye, kıssa, kıssadan hisse, ders, yumurta, tavuk, folluk, hırsızlık, saman, beyaz yumurta, sarı yumurta, komşu, idam, sorumsuz anne,

YUMURTA HIRSIZI

Çocuk sevinçle koştu:
–Anne, bak!
–Ne o?
–Yumurta.
-Nerden aldın?
–Komşunun folluğundan!
–Getir pişireyim de ye!.
Çocuk ertesi gün koltuğunda bir tavukla, daha ertesin gün de bir hindi ile geldi. Annesi yine:
–Aman ne güzel! Nasıl tuttun bunu? Haydi pişireyim de yiyelim, dedi...
Çocuk, annesinin bu sözleri üzerine, eve daha kıymetli şeyler getirmeğe karar verdi. Aradan yıllar geçti. Bir gün gizlice komşu evlerden birinin ahırına girdi. Kendi kendine:
“- Yarış atını kaçırırsam, satar anneme büyük hediyeler alırım” diyordu.
Fakat atı çalarken yakalandı. Kurtulmak için atın sahibini öldürdü. Bu yüzden idama mahkûm oldu.
İdam sehpasında son sözleri şu oldu:
-Eğer yumurtayı çaldığım gün, annem bunun hırsızlık olduğunu söyleseydi, ben bugün şerefsizce idam sehpasında can vermiyecektim.

19 Ağustos 2022 Cuma

EBÛ BEKİR’İN RESÛLULLAH AŞKI

 EBÛ BEKİR’İN RESÛLULLAH AŞKI

Hazret-i Ebû Bekir radıyallahü anh, Allahü teâlânın rızası, Habîbullahın aşkı için, 80.000 altını fakirlere sadaka verdi. 40.000 altını gizli, 40.000’i de aşikâre vermişti. Bundan sonra giyecek elbisesi bile kalmadı. Sonra keçi kılından dokunmuş eski bir elbiseyi arkasına giydi. Namaz vakitleri hâricinde göğsüne kadar tandıra girer, kıl elbiseyi arkasına alırdı. Namazları evinde kılardı. Böylece üç gün geçti. Resûlullah Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem dördüncü gün sabah namazından sonra Eshâb-ı kirâma dönerek buyurdular ki:
- Ebû Bekr-i Sıddîk üç gündür mescide gelmiyor. Acaba hasta mıdır, gidip hatırını soralım” buyurdular...
O sırada Cebrâil aleyhisselâm siyah kıl elbise giymiş vaziyette geldi. Resûl-i Ekrem Efendimiz Cebrâil aleyhisselâmı görünce rengi değişti. Merak edip sordular:
- Ey kardeşim Cebrâil! Bu ne hâldir?
- Yâ Resûlallah! Gökteki bütün melekler böyle giydi-ler.
- Neden bu şekilde giydiler?
- Yâ Resûlallah! Hazret-i Ebû Bekir, Hak teâlânın rızası ve senin dînin uğruna, 40.000 gizli, 40.000 de aşikâre olarak 80.000 altın sadaka verdi. Hiç giyeceği kalmadığı için, üç gündür mescide gelemedi. Hak teâlâ sana selâm edip, Hazret-i Ebû Bekr’e bir elbise gönderilmesini emir buyurdu.
Resûl-i ekrem efendimiz Eshâbına sordu:
- Kimde fazla bir elbise varsa versin! Hak teâlâ ona çok sevap verip, Firdevs Cennetinde bana komşu yapacaktır.
Orada bulunan Eshâb-ı kirâmın hiçbirinin fazla elbisesi yoktu. Sonunda bir Sahâbi, başka birisinden bir elbise bulup, Hazret-i Ebû Bekir’e gönderdi. Hazret-i Ebû Bekir o elbiseyi giyip, Resûl-i ekremin huzûru ile şereflenmek için yola çıktı. Henüz huzûra varmadan, Cebrâil aleyhisselâm gelip buyurdu ki:
- Yâ Resûlallah! Hak teâlâ sana selâm edip, Ebû Bekr’i karşılamanı emir buyurdu..
Resûlullah Efendimiz, Hazret-i Ebû Bekir’e karşı çıkıp müsâfeha etti. Bütün Eshâb-ı kirâm da müsâfeha edip, hepsi candan Hazret-i Ebû Bekir’e duâ ettiler.

(Kaynak: Türkiye Takvimi)

13 Ağustos 2022 Cumartesi

OSMANLI HİKAYELERİ, HERKES YEDİĞİNDEN İKRAM EDER.

osmanlı hikayeleri, kıssa, hikaye, lokum, gül lokumu, bok, dışkı, yavuz selim, padişah, iran, şah, hediye, mücevher,
HERKES YEDİĞİNİ GÖNDERİR
Yavuz Sultan Selim zamanında, İran şahı kıymetli mücevherlerle süslü bir sandık hediye gönderiyor Sultan Selim’e.
Sandık açılıyor. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkıyor. Fakat bir de pis bir koku yayılıyor.
Dehşet bir koku, herkes burnunu tıkıyor.
Neyse en alttaki bohçadan insan pisliği çıkıyor.
Yani Osmanlıya acayip bir hakaret!
Cihan padişahı emir veriyor,
“Herkes düşünsün, buna ince bir şekilde cevap vermeliyiz”
Ve cihan padişahı yine çözümü kendisi buluyor.
Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatıyor.
İçine o zamanın Osmanlı İstanbul’unda imal edilen gül kokulu en nadide lokumlardan bir kutu hazırlatıyor, en altına da küçük bir pusula ve bir satır yazı gönderiyor.
Şah sandığı açıyor. Açtıkça güzel bir koku ve en altta bir kutu lokum.
Anlam veremiyorlar tabii. Bizim elçi yiyor önce, sonra oradakilere ikram ediyor.
Kutunun içindeki pusulayı Şah okuyor:
“Herkes yediğinden ikram eder” !