5 Aralık 2019 Perşembe

GÜNÜN HADİSİ

Amellerin en hayırlısı; mümini sevindirmek, borcunu ödemek ve ona yemek yedirmektir.
Hadîs-i şerîf

GÜNÜN HADİSİ

İhtiyarlara saygı gösteren ve yardım eden, ihtiyarlayınca, Allah ona da yardımcılar nasip eder. 
Hadîs-i şerîf

GÜNÜN HADİSİ

Recep ayına ikram edene, saygı gösterene, Allahü teâlâ, dünyada ve ahirette ikram eder.
Hadîs-i şerîf

ARGAN AĞACI VE KEÇİLER

argan yağı, argan, argan ağacı, keçiler, fas, afrika, çöl, teke, keçi

argan yağı, argan, argan ağacı, keçiler, fas, afrika, çöl, teke, keçi

ARGAN AĞACI VE KEÇİLER

Fas, Kuzey Afrika’nın ülkelerinden biri. Burası ağaç dallarına musallat olmuş keçileriyle ünlü. Normalde çiftçilerin ağaçlara zarar verdiği gerekçesiyle keçilerin dallara çıkmasını engellemesi gerekir. Ancak bu ülkede çiftçiler onların özellikle dallara çıkıp, dikenli ağaçların meyvesini yemelerini istiyor. Çünkü bu keçiler, karınlarını doyururken aynı zamanda birer kozmetik işçisi gibi çalışıyor. Nasıl mı? Uçsuz bucaksız çöllerde Fas’a özgü argan isimli ağaçlar yetişiyor. 200 yıla kadar yaşayabilen bitkinin badem büyüklüğünde sert çekirdekleri bulunuyor. Çekirdekleri kırmak öyle kolay değil. Keçiler, dallara çıkıp bitkilerin yaprağını yerken çekirdekleri de yutuyor. Midede yumuşayan çekirdekler, hayvanların dışkısıyla birlikte atılıyor. Berberi çiftçiler de bu çekirdekleri topluyor, içini çıkarıp eziyor. Ve ortaya dünyaca ünlü argan yağı çıkıyor. Fas’tan birçok ülkeye ihraç edilen argan yağları, yenilebiliyor ve kadınların güzellik sırrı. Yağ sofraya konmadan önce kavurma işleminden geçiyor.

GÜNÜN HADİSİ

Hanımlarınızı dövmeyiniz! Onlar, sizin köleniz değildir.
Hadîs-i şerîf

GÜNÜN HADİSİ

Ana-babayı ağlatmak, onlara isyan etmektir ve büyük günahlardandır.
Hadîs-i şerîf

4 Aralık 2019 Çarşamba

GÜNÜN HADİSİ

Allahü teâlâ, yardım isteyenin yardımına koşulmasını sever. 
Hadîs-i şerîf

GÜNÜN HADİSİ

Îmân eden kimse; * Komşusuna iyilik etsin! * Misafirine ikram etsin! * Ya hayır söylesin, yahut sussun!
Hadîs-i şerîf

GÜNÜN HADİSİ

Helâl kazanmak için sıkıntı çekenlere Cennet vâcib olur.
Hadîs-i şerîf

GÜNÜN HADİSİ

Beş vakit namazı kıldıktan sonra, çalışıp helâl kazanmak, her Müslümana farzdır. 
Hadîs-i şerîf

GÜNÜN HADİSİ

Güzel ahlâk; güçlüklere göğüs germek, iyiliklerden karşılık beklememek, insanlara şefkatli olmaktır. 
Hadîs-i şerîf

GÜNÜN SÖZÜ

Bir kimsenin günahına tevbe etmemesi, o günahı işlemesinden daha kötüdür. 
Ebû Câfer bin Sinan (ra)

GÜNÜN HADİSİ

Zinânın dünyada üç fenalığı vardır: Güzelliği giderir, fakirliği getirir, ömrün kısalmasına sebep olur. 
Hadîs-i şerîf

AYET

Zerre kadar iyilik eden mükâfatını, zerre kadar kötülük eden de, cezâsını görür.
(Zilzâl sûresi: 7-8)

GÜNÜN HADİSİ

Bir Müslüman, Cuma günü gusül abdesti alıp, Cuma namazına giderse, bir haftalık günahları affolur.
Hadîs-i şerîf

GÜNÜN SÖZÜ

Bu dünya çalışma yeridir. Ücret alınacak yer, ahirettir.
İmâm-ı Rabbânî (ra)

GÜNÜN HADİSİ

Gördüğü iyilikleri gizleyip, gördüğü kötülükleri teşhir eden kötü komşudan Allaha sığının!
Hadîs-i şerîf

AYET

Sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir.
(Zümer sûresi: 10)

GÜNÜN HADİSİ

En faziletli zikir, “Lâilâhe illallah” demek, en faziletli duâ da, “Elhamdülillah” demektir.
Hadîs-i şerîf

3 Aralık 2019 Salı

SELMAN-I FARİSİ’NİN İBRETLERLE DOLU HİKAYESİ

selmanı farisi, hz selman, dini hikaye, ibretli hikaye, kıssa, menkıbe, çöl, asrı saadet, peygamber, hz Muhammed, mekke, medine, islam, mecusilik, kölelik, hristiyanlık,


SELMAN-I FARİSİ’NİN İBRETLERLE DOLU HİKAYESİ

Selmân-ı Fârisî’nin Müslüman oluşu ve hürriyetine kavuşturulması nasıl oldu? Selmân-ı Fârisî’nin İran’dan başlayıp Medine’de nihayete eren ibretlerle dolu hidayet yolculuğu...

Medîneli bir Yahûdî’nin kölesi olan Selmân-ı Fârisî, İslâm nîmetiyle perverde oluşunun nice ibretlerle dolu hikâyesini İbn-i Abbâs Hazretlerine şöyle anlatmıştır:
“Ben Isbahan’ın Ceyy adlı köyünde yaşayan bir kimse idim. Babam köyümüzün eşrâfındandı. Hayatta en çok sevdiği kimse bendim. Bu aşırı sevgisi sebebiyle beni yanından hiç ayırmaz, kız evlâdı gibi dâimâ evde tutar, dışarı çıkarmazdı. Babamın dîni olan Mecûsîliğe (Ateşperestliğe), kendimi o kadar kaptırmıştım ki, ateşgedeye bakma, ateş yakma işini bile üzerime almıştım. Ateşgededeki ateşin bir an olsun sönmesine izin vermezdim. Babamın büyük bir çiftliği vardı. Kendisi bir gün inşaat işiyle uğraşıyordu. Bana:
«–Yavrum! Ben bugün hep inşaatla meşgûl olacağım, çiftliğe gidemeyeceğim. Oraya sen git!» dedi ve yapılması gereken bâzı şeyleri de söyledi. Sonra da bana:
«–Sakın ha, oralarda oyalanıp da beni endişelendirme! Şâyet gecikirsen seni merâk ederim ve bütün işlerim ortada kalır!» dedi.
Çiftliğe gitmek üzere yola çıktım. Bir Hıristiyan kilisesine rastladım. Seslerini işittim, içeride ibâdet ediyorlardı. Babam beni hep evde tuttuğu için insanların ne hâlde olduklarını bilmezdim. Bu sebeple merak edip, ne yapıyorlar bakayım, diye yanlarına vardım. Yaptıklarını seyrettim ve kendi kendime; «Vallâhi bu bizim dînimizden daha hayırlıdır.» dedim. Güneş batıncaya kadar oradan ayrılmadım. Çiftliğe ise hiç uğramadım. Onlara:
«–Bu dînin aslı nerededir?» diye sordum:
«−Şam’dadır.» dediler. Akşamleyin babamın yanına döndüm. Babam işi gücü bir tarafa bırakmış akşama kadar beni aratmış. Yanına vardığımda:
«–Yavrum! Neredeydin? Ben sana ne yapman gerektiğini söylememiş miydim?» dedi. Ona:
«–Babacığım! Kiliselerinde ibâdet eden bâzı kimselere rastladım. Onların ibâdetlerini gördüm, çok hoşuma gitti. Güneş batıncaya kadar yanlarından ayrılamadım.» dedim. Babam:
«–Evlâdım, o dinde hayır yoktur. Senin ve atalarının dîni ondan daha hayırlıdır.» dedi.
Babam kaçmamdan korkup ayağıma bir bukağı (kelepçe) vurdu, sonra da beni eve hapsetti. Kilisedeki hristiyanlara:
«−Yanınıza Şam’dan bir ticâret kâfilesi geldiği zaman bana haber verin!» diye adam gönderdim. Şam’dan hristiyan tüccarlar gelince haber verdiler. Ayağımdan demir bukağıyı çıkarıp attım. Onlarla birlikte Şam yolunu tuttum. Oraya varınca:
«–Din adamlarının ilim yönünden en üstünü kimdir?» diye sordum:
«−Kilisedeki piskopostur.» dediler. Yanına gittim ve ona:
«–Ben bu dîne girmek, senin yanında bulunmak, kilisede hizmet etmek, Hıristiyanlığı senden öğrenmek ve seninle birlikte ibâdet etmek istiyorum.» dedim. Bana:
«−Kiliseye gir!» dedi. Onunla birlikte içeri girdim. Şam Piskoposu kötü bir adamdı. Hıristiyanlara sadaka vermelerini emreder, toplanan şeyleri kendisi için biriktirir, yoksullara bir şey vermezdi. Hattâ böylece yedi küp dolusu altın ve gümüş biriktirmişti. Yaptıklarını gördükçe ona son derece kinleniyordum. Nihâyetinde adam öldü. Hıristiyanlar onu gömmek için toplandılar. Onlara:
«–Bu, kötü bir adamdı. Sadaka vermenizi emir ve teşvîk eder, getirdiklerinizi kendisi için saklar, yoksullara bir şey vermezdi!» dedim. Bana:
«–Sen bunu nereden biliyorsun?» diye sordular. Onlara:
«–Size onun hazînesini gösterebilirim.» dedim.
Gösterdiğim yerden, altın ve gümüş dolu yedi küp çıkardılar. Bunu görünce:
«–Vallâhi biz onu aslâ gömmeyiz.» dediler. Ölüsünü astılar ve taşa tuttular! Onun yerine kiliseye başka bir din adamı getirdiler. Beş vakit namaz kılmayanlar içinde ondan daha fazîletli, onun kadar dünyâyı hiçe sayan, âhirete rağbet eden, gece gündüz ibâdet eden bir kimse görmedim. Sonra bu zât ölüm döşeğine düştü. Kendisine:
«–Ey filân! Ben senin yanında bulundum. Senden önce hiç kimseyi, seni sevdiğim kadar sevmedim! Görüyorsun ki sana Allâh’ın emri gelmiş durumda. Bana ne yapmamı ve kime gitmemi tavsiye edersin?» dedim.
«–Evlâdım! Bugün benim yolumda giden bir kimse bilmiyorum. Sâlih insanlar ölüp gittiler. Yaşayanlar da dînin öteden beri tatbîk edilen hükümlerini değiştirip çoğunu da terk ettiler. Yalnız Musul’da bir zât vardır. O, benim tuttuğum yol üzeredir. Sen onun yanına git!» dedi.
Bu muhterem zât vefât edince Musul’daki dostunun yanına gittim. O ölünce, tavsiyesi üzerine Nusaybin’deki, ondan sonra da Ammûriye (Eskişehir yakınlarında bir yer)’deki zâtın yanına gittim. Ammûriye’de az çok bir şeyler de kazandım. Hattâ biraz davarlarım ve ineklerim de oldu. En sonunda Ammûriyeli din adamına da Allâh’ın emri geldi çattı:
«–Evlâdım! Vallâhi bugün yeryüzündeki insanlardan yanına gitmeni sana emir ve tavsiye edebileceğim, bizim düşüncemizde olan hiç kimse bilmiyorum! Fakat Âhir Zaman  Peygamberi’nin gelmesi çok yaklaşmış, gölgesi üzerimize düşmüştür! O Peygamber, İbrâhîm’in -aleyhisselâm- dîni üzere gönderilecektir. Kendisi Arap topraklarında zuhûr edecek, iki kara taşlık arasındaki hurma bahçeleri bulunan bir yere hicret edecektir. O, hediyeden yer, sadakadan yemez. O’nun iki kürek kemiği arasında da Peygamberlik mührü vardır. Eğer o diyarlara gitmeye gücün yeterse git, hemen yola düş!» dedi.
Nihâyet o da öldü. Allâh’ın dilediği kadar bir müddet daha orada oturdum. Sonra Kelb kabîlesinden bâzı tüccarlarla karşılaştım. Onlara:
«–Beni Arap diyârına götürünüz, ben de bunun mukâbilinde şu davarlarımı ve ineklerimi size vereyim.» dedim, kabûl ettiler. Mallarımı onlara verdim ve beni yanlarında götürdüler. Vâdi’l-Kurâ’ya vardığımızda bana zulmettiler, köle olarak bir yahûdîye sattılar. Yahûdînin yanında bir müddet kaldım. Vâdi’l-Kurâ’daki hurma ağaçlarını görünce; «Burası Ammûriye’deki efendimin bana târif ettiği, Âhir Zaman  Peygamberi’nin hicret yurdu mu acabâ?» diye ümitlendimse de kalbim buna tam olarak kânî olmadı.
Vâdi’l-Kurâ’da bulunduğum sırada, sâhibimin Kurayzaoğulları’ndan olan amcaoğlu geldi ve beni satın alıp Medîne’ye götürdü. Vallâhi Medîne’yi görür görmez, Ammûriye’deki efendimin târif ettiği, Âhir Zaman  Peygamberi’nin hicret edeceği yerin burası olduğunu anladım. Artık Medîne’de oturdum durdum. Hâlbuki Resûlullâh Peygamber olarak gönderilmiş, Mekke’de bir müddet kalmış. Fakat ben kölelik meşgûliyeti içinde bulunduğumdan O’nun hakkında hiçbir şey işitmemişim. Sonra Medîne’ye hicret edip gelmiş, yine haberim olmamış. Bir gün hurma ağacının üstünde çalışıyor, sâhibim ağacın gölgesinde oturuyordu. O sırada amcasının oğlu gelip sâhibime:
«–Ey filân! Allâh Kayleoğulları’nın (Evs ve Hazrec’in) belâsını versin! Vallâhi onlar Kubâ köyünde, Mekke’den yanlarına gelen ve Peygamber dedikleri bir zâtın başına toplanmış bulunuyorlar!» dedi.
PEYGAMBERLİK ALAMETLERİ
Bunu işitir işitmez beni öyle bir titreme tuttu ki, neredeyse efendimin üzerine düşecektim:
«−Ne dedin? Ne dedin?» diyerek hemen hurma ağacından indim. Sâhibim kızdı, bana şiddetli bir tokat vurdu ve:
«–Seni ne ilgilendirir? Sen işine bak!» dedi. Ben de:
«–Bir şey yok! Sâdece onun ne dediğini anlamak istedim.» dedim. Yanımda biriktirmiş olduğum biraz yiyecek vardı. Akşam olunca onları alıp Kubâ’da bulunan Resûlullâh’a gittim. Kendisine:
«–Senin sâlih bir zât olduğunu işittim. Yanında da muhtaç ve kimsesiz sahâbîlerin varmış! Yanımda sadaka olarak ayırdığım bâzı şeyler vardı. Durumunuzu öğrenince sizi buna daha lâyık gördüm!» diyerek onları kendisine takdîm ettim. Resûlullâh ashâbına:
«–Alınız, bunu yiyiniz!» buyurdu ve ondan yemedi. Kendi kendime; «Bu bir!» dedim. Sonra O’nun yanından ayrılıp yerime döndüm. Yine bir şeyler biriktirdim. O esnâda Allâh Resûlü de Medîne’ye gelmiş bulunuyordu. Yanına varıp:
«–Senin sadakadan yemediğini gördüm. Bu, sana ikrâm olmak üzere hazırladığım bir hediyedir!» dedim. Resûlullâh bu defâ ondan yedi ve ashâbına da yemelerini söyledi. Kendi kendime; «Bu iki!» dedim.
Daha sonra Resûl-i Ekrem Efendimiz Bakîu’l-Garkad’da bulunduğu esnâda yanına vardım. Oraya ashâbından birinin cenâzesi münâsebetiyle gitmişti ve ashâbının arasında oturuyordu. Üzerinde, her tarafını bürüyen iki ihram vardı. Kendisine selâm verdim. Sonra da Ammûriye’deki zâtın bana târif ettiği Peygamberlik Mührü’nü görebilir miyim diye arka tarafına geçtim. Resûlullâh niyetimi anladı ve sırtından ridâsını sıyırdı. Peygamberlik Mührü’nü görür görmez tanıdım! Üzerine kapandım, öptüm ve ağlamaya başladım. Âlemlerin Efendisi bana:
«–Bu tarafa dön!» buyurdu. Gelip önlerinde oturdum.”
Daha sonra Hazret-i Selmân, İbn-i Abbâs Hazretlerine şöyle dedi:
“Ey İbn-i Abbâs! Sana anlattığım gibi başımdan geçenleri Allâh Resûlü’ne de anlattım. Benim bu kıssamı ashâbının da işitmiş olması, Resûlullâh’ın pek hoşuna gitti. Kölelik, bu Selmân’ı meşgûl ettiğinden, Bedir ve Uhud Gazveleri’nde Resûlullâh ile birlikte bulunmama imkân vermedi.” (Ahmed, V, 441-444; İbn-i Hişâm; I, 233-242; İbn-i Sa’d, IV, 75-80)
SELMAN-I FARİSİ’NİN (R.A.) EFENDİSİYLE ANTLAŞMASI
Hazret-i Selmân, ömrü boyunca arayışı içinde olduğu Allâh Resûlü’ne kavuşmuştu. Artık onun yegâne arzusu, dâimâ Peygamber Efendimiz’in yanında olmak, O’nun emrinde bulunmaktı. Nitekim Hazret-i Selmân’ın bu iştiyâkını gören Allâh Resûlü bir gün ona:
“–Ey Selmân! Kölelikten kurtulmak için efendin ile antlaşma yapsan olmaz mı?” diye sordu. Bunun üzerine Selmân -radıyallâhu anh-, çukurlarını da kazmak şartıyla üç yüz hurma ağacı dikmek ve kırk ukıyye[1]altın vermek üzere efendisi ile anlaştı. Resûl-i Ekrem de ashâbına:
“–Kardeşinize yardım ediniz!” buyurdu. Kimi on, kimi on beş, kimi yirmi fidan olmak üzere, herkes imkânı nisbetinde yardımda bulundu ve Hazret-i Selmân’ın ihtiyâcı olan üç yüz hurma fidanı toplandı.
PEYGAMBERİMİZİN DİKTİĞİ AĞAÇLAR
Allâh Resûlü:
“–Ey Selmân! Fidanlar için çukurlar kaz! Çukurları bitirdiğin zaman bana haber ver de onları kendi elimle dikeyim.” buyurdu.
Hazret-i Selmân-ı Fârisî hâdisenin devâmını şöyle anlatır:
“Hurma fidanları için çukurlar kazmaya başladım. Arkadaşlarım da bana yardım ettiler. Bitirince haber verdim, Resûlullâh fidanların dikileceği yere benimle birlikte geldi. Biz fidanları O’na veriyorduk, O da dikiyordu. Varlığım kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, Allâh Resûlü tarafından dikilen hurma fidanlarından bir tâne bile tutmayan fidan olmadı. Böylece ağaç borcumu ödemiş oldum. Fidanlar, senesinde meyve vermeye başladı ve meyvesi yendi.”
Resûlullâh bir gazâdan tavuk yumurtası büyüklüğünde bir altın külçesi getirmişti.
«–Selmân ne yaptı?» diye sordu. Allâh Resûlü’nün yanına vardığımda bana:
«–Ey Selmân! Şunu al da borcunu öde!» buyurdu.
«–Yâ Resûlallâh! Üzerimde bulunan o kadar borca, bu kadarcık altın parçası nasıl yetecek?!» dedim. Allâh Resûlü altın külçesini eline alıp diline sürdükten sonra:
«–Al bunu! Allâh Teâlâ borcunu bununla ödeyecektir!» buyurdu.
Altını aldım. Alacaklıya ondan tartıp tartıp verdim. Hazret-i Selmân’ın varlığı kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, o altın külçesinden kırk ukıyye tarttım. O (öyle beketliydi ki) şâyet Uhud Dağı’yla tartılmış olsaydı, muhakkak ondan da ağır gelirdi!”
Hazret-i Selmân kölelikten kurtulduktan sonra, Hendek Savaşı’na hür olarak katıldı ve bundan sonra hiçbir savaşta Peygamber Efendimiz’in yanında bulunma fırsatını kaçırmadı.[2]
“SELMAN BİZDENDİR” 
Hazret-i Selmân-ı Fârisî, her hâli ile o kadar güzel bir nümûne şahsiyet ve câzibe merkezi bir zât hâline geldi ki, Ensâr da Muhâcirler de:
“−Selmân bizdendir.” diyerek onu paylaşamaz oldular.
Bunun üzerine Varlık Nûru Efendimiz:
“−Selmân bizdendir, Ehl-i Beyt’tendir.” buyurarak o mübârek sahâbîsini lutufların en güzeliyle taltîf etti. (İbn-i Hişâm, III, 241)
Bu mübârek sahâbî, ömrü boyunca İslâm ahlâkının güzelliklerini yansıtan nice zirve davranışlar sergileyerek, mü’minlere numûne-i imtisâl bir şahsiyet oldu.
HZ. SELMAN-I FARİSİ’NİN FAZİLETİ
Nitekim onun fazîletini aksettiren bir misâl şöyledir:
İslâm Devleti, yapılan fetihlerle geniş bir coğrafyaya hâkim olunca, vaktiyle bir Yahûdînin kölesi olan Hazret-i Selmân, Medâin bölgesine vâli tâyin edildi. O sırada Şam’dan Teymoğulları kabîlesine mensup bir zât Medâin’e geldi. Yanında bir yük de incir getirmişti. Hazret-i Selmân’ın sırtında gâyet mütevâzî bir aba vardı. Şamlı zât, Hazret-i Selmân’ı tanımıyordu. Onu bu hâlde görünce:
“−Gel şunu taşı!” dedi. Selmân da gitti, yükü sırtlandı. Halk kendisini görünce tanıdı. Adama:
“−Senin yükünü taşıyan bu zât, vâlidir!” dediler. Şamlı derhâl:
“−Seni tanıyamadım.” diyerek özür diledi ve sırtındaki yükü almaya davrandı. Selmân ise:
“−Zararı yok, yükü evine götürene kadar sırtımdan indirmeyeceğim.” dedi. (İbn-i Sa’d, IV, 88)
[1] 1 ukıyye yaklaşık 128 gram’a tekâbül eden bir ağırlık ölçüsüdür.
[2] Bkz. Ahmed, V, 443-444; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, II, 419; İbn-i Abdilber, II, 634-638.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları

GÜNÜN HADİSİ

Din bilgilerini dünyalık ele geçirmek için edinenler, Cennetin kokusunu duymayacaklardır. 
Hadîs-i şerîf

BALIN FAYDALARI

bal, balın faydaları, polen, çam balı, çiçek balı, karakovan balı, şifa kaynağı bal,

BALIN FAYDALARI

Peygamber aleyhisselâm; balın bütün hastalıklara şifâ olduğunu bildirmiş ve yetmiş peygamber onun şifası ve bereketine duâ ettiğini buyurmuştur. İnsan hayatında önemli bir yeri bulunan balın, kendisi başlıbaşına bir ilâçtır.

* Öksürük ve nezleye iyi gelir.
* Kanseri önler, besleyicidir.
* Mide ve bağırsak gazlarını giderir.
* Diş etlerini kuvvetlendirir.
* Kuvvet verir ve hâlsizliği giderir.
* Çocuk ve ihtiyarlara faydalıdır.
* Ciğer, damar ve diğer organları temizler.
* Vücut salgılarını düzenler.
* Soğuk algınlığına iyi gelir.
* Bağırsak yaralarını iyileştirir.
* Mide ağrılarını keser.
* İdrarı artırır ve kabızlığı önler.
* Kalp çarpıntısı ve tansiyonu düşürür.
* Beyni daha iyi çalıştırır.
* Soğuk su ile karıştırılıp içildiğinde ishali keser.
* Ilık su ile karıştırılıp içildiğinde de müshil etkisi yapar.
* Sütle karıştırılıp içildiğinde sinir sistemini yatıştırır.
* Karabiberle karışımı sırta sürülürse sırt ağrılarına iyi gelir.
* Turunçgille karışımı gargara edilirse, boğaz ağrılarını giderir.
* Limonla karışınca, yüksek ateşe ve soğuk algınlığına iyi gelir.
* Tarçınla karışımı bağışıklık sisteminizi destekler, kalp rahatsızlıklarına yardımcı olur.
* Zencefille yenirse enfeksiyonlara ve dolaşıma yardımcı olur.
* Elma sirkesi ile karışımı reflüsü olanlar için bir ilâçtır.
* Karanfille karışınca enfeksiyonlara karşı hârika iş çıkarır.
* Bal, vücudunuzdaki çatlaklara sürülünce hızla iyileştirir.
* Yoğurtla karıştırılınca enflamasyonu azaltır, sivilcelere iyi gelir.
* Hindistan cevizi suyu ile karışınca, kas ağrılarını ortadan kaldırır.
* Zerdeçal ile karışımı ağız içi yaralarını hızla iyileştirir.
* Portakal suyu ile karışınca, yorgunluğu, bitkinliği ve kaygıları giderir.
* Ananasla karıştırınca, sigaranın yol açtığı zararlı etkileri aza indirir.
* Hintyağı ile karışınca, hıçkırığı şıp diye keser.
* Bal, tarçın, limon suyu ve karbonat, ağız kokularını giderir.
* Yumurta akıyla hazırlanan maske saçları besler.

GÜNÜN HADİSİ

İffet sahibi olunuz! Çirkin şeyler yapmayınız!
Hadîs-i şerîf

GÜNÜN SÖZÜ

Çalışmadan ele geçen şeyler, devamlı ve kalıcı olamaz.
Alâeddîn-i Goncdüvânî (ra)

GÜNÜN HADİSİ

Kabir, ahiret konaklarının birincisidir. Ondan kurtulana sonraki konaklardan geçmek kolay olur. 
Hz. Muhammed (sas)

GÜNÜN SÖZÜ

Hesaba çekileceğini bildiği hâlde, haram mal toplamaya devam eden kimseye şaşarım.
Hz. Osman (ra)

GÜNÜN HADİSİ

Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulm etmez. Onun yardımına koşar.
Hz. Muhammed (sas)

2 Aralık 2019 Pazartesi

GÜNÜN SÖZÜ

Temiz ve helâl ye de, ister sabaha kadar nâfile ibâdet et, ister uyu!
İbrâhim bin Edhem (ra)

GÜNÜN SÖZÜ

Küçük çocukları seviniz! Onları sevindiriniz ki; Peygamberimizin emrini yerine getirmiş olasınız!
Hacı Bayrâm-ı Velî (ra)

GÜNÜN HADİSİ

İnsanlara teşekkür etmeyen, Allahü teâlâya da şükretmemiş olur. 
Hz. Muhammed (sas)

GÜNÜN SÖZÜ

Gönlü kırık, zavallı ve garip birini görürsen, yarasına merhem ol! 
Ahmed Yesevî (ra)

KUTSAL EMANETLER

kutsal emanetler, peygamber eşyaları, peygamberimizin sarığı, peygamberimizin terliği, peygamberimizin ayak izi, paygamberimizin mektupları, topkapı sarayı, yavuz sultan selim,
kutsal emanetler, peygamber eşyaları, peygamberimizin sarığı, peygamberimizin terliği, peygamberimizin ayak izi, paygamberimizin mektupları, topkapı sarayı, yavuz sultan selim,
KUTSAL EMANETLER
Yavuz Sultan Selim Hân 1517 Mısır’ı fethedip Osmanlı topraklarına katınca, Mekke’de bulunan Hicaz emîri Şerif Berekât, oğlu Ebû Numeyr’i Peygamber efendimize âit birçok mübârek hediyelerle Mısır’a gönderdi. Buradan İstanbul’a getirildi. Topkapı Sarayı Enderun Avlusu’ndaki Kutsal Emanetler Daires’inde o zamandan bu zamana kadar muhafaza edildi. Sayısı sürekli artarak paha biçilmez bir hazine hâline geldi. İşte bunlardan bâzıları:
Muhammed aleyhisselâmın hırka-i şerîfi, sancağı, mühürü, sakalı, Uhud Savaşı’nda kırılan dişinin saklandığı mahfaza, teyemmüm taşı, ayak izi, mektupları, oku ve kılıcı, su içtiği kabı... Hazret-i İbrahim’in tenceresi, Hazret-i Nuh’un tenceresi, Hazret-i Musa’nın asası,
Hazret-i Şuayb’ın asası, Hazret-i Davud’un kılıcı, Hazret-i Yusuf’un cübbesi, ve sarığı,
Hazret-i Ebûbekir’in kılıcı,
Hazret-i Ömer’in kılıcı,
Hazret-i Osman’ın kılıcı ve Kurân-ı kerîmi,
Hazret-i Ali’nin kılıcı,
Hazret-i Fatma’ya âit gömlek, hırka, seccade ve sandık... gibi Peygamber asrının kokusunu ve bereketini bugüne taşıyan yüzlerce emanet var. Bunların muhafaza edildikleri örtüler, bohçalar, mahfazalar da dairedeki envanterde yer alan 600 kadar eşya bulunuyor ve burada sergileniyor.

GÜNÜN HADİSİ

İnsanların kıymetini bilmedikleri iki tane nimet vardır. Biri sağlık, biri de boş vakittir. 
Hz. Muhammed (sas)