menkıbe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
menkıbe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Şubat 2023 Salı

KUYUYA DÜŞMÜŞ BİR ADAM GÖRSENİZ NE YAPARSINIZ - DİNİ HİKAYE

KUYUYA DÜŞMÜŞ BİR ADAM GÖRSENİZ NE YAPARSINIZ,DİNİ HİKAYE,dini kıssa,menkıbe,kuyu,körkuyu,günah çukuru,günahkar,ebu Derda,şam,Ashab-ı Kiram,

Ashab-ı kiramdan Ebû Derda Hazretleri Şam'da kadılık yapıyordu. Bir gün halkın bir günahkâra sövüp saydıklarını işitti ve onlara:


"-Siz kuyuya düşmüş bir adam görseniz ne yaparsınız?" diye sordu.

Oradakiler:

"-İp sarkıtıp çıkarmaya çalışırız." deyince Ebû Derdâ Hazretleri bu defa:

"-Öyleyse günah kuyusuna düşmüş bu adama da niçin bir ip sarkıtıp onu kurtarmayı düşünmüyorsunuz?" diye sordu.

Şaşırdılar:

"-Sen bu günahkâra düşmanlık duymaz mısın?" dediler.

Ebû Derda Hazretleri de şu hikmetli cevabı verdi:

"-Ben, onun kendisine ve şahsiyetine değil, günahına düşmanım."

2 Şubat 2023 Perşembe

GENÇ KÖLENİN MERHAMETİ - DİNİ HİKAYE

GENÇ KÖLENİN MERHAMETİ,DİNİ HİKAYE,kıssa,menkıbe,ekmek yiyen köpek,sokak hayvanları,kelb,Abdullah bin Cafer,asrı saadet,kölelik,köle azad etmek,

Abdullah bin Ca'fer (ra) bir gün kendi çiftliğine giderken yolu üzerinde bir bahçeye inip istirâhat eyledi. O bahçenin siyah genç bir bahçıvanı vardı. Bahçeyi beklerdi. O gencin yanına bir köpek geldi Genç, köpeği görünce köpeğe bir ekmek atıverdi. Köpek onu hemen yedi. Bir ekmek daha verdi, Onu da yedi. Üçüncü bir ekmek daha verdi köpek onu da hemen yedi. Abdullah bin Ca'fer Hazretleri o gencin haline nazar etli ve:


- Sana bir günde ne kadar ekmek verirler? diye sordu. Genç de:

- "Şu gördüğün üç ekmekten fazla vermezler" dedi. Abdullah da:

- "Niçin bir günlük nafakanın hepsini kelbe verdin? Sen kendini aç koydun" dedi. Genç köle de şöyle cevap verdi:
- "Bu mekân köpek yeri değildir. Bildim ki bu kelb uzak yerden gelmiş ve çok acıkmıştır. Onu aç göndermeği revâ görmedim. Onun karnı doysun da ben bir gün aç kalır oruç tutarım"

Bu sözü işitince Abdullah bin Ca'fer o genç köleyi ve o beklediği bahçeyi sâhibinden satın alıp âzâd etti, bahçeyi de ona bağışladı.

Böylece şu hadîs-i şerîfin sırrınâ mazhar oldu.

"Cûd ve sehâ ile mevsûf olunuz ki Cenâb-ı Allah hakkınızda cömertlikle muâmele buyursun... Cenâb-ı Hak buyurmuştur ki sen infâk et! Ben de sana infâk edeyim."

İşte bu genç köle bir saat içinde hem kölelikden ve hem de fakirlikden kurtuldu ve hem de dünyaca zengin oldu. Âhiretce nâil olacağı mükâfât-ı ebediyye ise şüphesiz daha büyüktür. (M.Sâmi Ramazanoğlu, Altınoluk Dergisi Aralık-2000)

19 Ekim 2022 Çarşamba

DİNİ HİKAYE - Aziz Mahmud Hüdâyi Hazretleri'nin Duası

 DİNİ HİKAYE,Aziz Mahmud Hüdâyi Hazretleri'nin Duası,kıssa,menkıbe,dua eden adam,boğulmak,keramet,sultan ahmed han,valide sultan,Abdülkadir Geylani,ebu bekir,hz ömer,hz osman,hz Ali

Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin yaptığı ve herkes tarafından bilenen duâ... Bütün ulemâ ve evliyâ, bu duânın kabûl olduğunu, bu yola mensup olanların denizde boğulmadıklarını ve pek çok kimsenin de vefât günlerine yakın öleceklerini haber verdiklerini bildirdiler. İşte Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin kabul olunan duâsı...

Sultan Ahmed Han, Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’ne müstesnâ bir hürmet gösterir ve ikramda kusur etmezdi. Bir gün Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri ile sarayda sohbet ediyordu. Bir ara abdest tazelemek isteyen Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri için ibrik ve leğen getirdiler. Pâdişah, hocasına hürmeten ibriği eline aldı ve abdest suyunu kendisi döktü. Sultan Ahmed Hân’ın annesi de kafes arkasında havluyu hazırlamıştı. Vâlide Sultan bir ara kalbinden:

“Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin bir kerâmetini görseydim!” diye geçirmişti.

HÜDÂYİ HAZRETLERİNİN KERAMETİ

Bunun üzerine Hüdâyî Hazretleri, Vâlide Sul­tân’ın gönlünden geçenlere vâkıf olarak:

“–Hayret! Bâzıları bizden kerâmet arzu ederler. Hâlbuki Halîfe-i Rûy-i Zemîn’in elimize su dökmesi ve muhterem vâlidelerinin de bize havlu hazırlamasından daha büyük kerâmet mi olur?” buyurdu.

Sohbet esnâsında Ahmed Han:

“–Efendim! Seyyid Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin, kıyâmet günü talebelerine ve günahkâr mü’minlere şefâat edeceği hakkında rivâyetler var. Bu rivâyetlerin doğruluğu hakkında ne buyurursunuz?” diye sordu.

Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri hemen cevap vermedi. Bir müddet murâkabe hâlinde kaldıktan sonra:

“–Evet doğrudur! Abdülkâdir Geylânî Hazretleri, müntesiblerinden pek çok günahkâra şefâat edecektir!” buyurdu.

AZİZ MAHMUD HÜDÂYİ HAZRETLERİNİN DUÂSI

Pâdişah devam ederek:

“–Efendim! Acabâ zât-ı âlînizin de bizlere bir vaad ve müjdesi yok mudur?” diye sorunca, Mahmûd Hüdâyî Hazretleri ellerini kaldırıp:

“Yâ Rabbî! Kıyâmete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kere türbemize gelip rûhumuza Fâtiha okuyanlar bizimdir... Bize mensub olanlar, denizde boğulmasınlar; âhir ömürlerinde fakirlik görmesinler; îmanlarını kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bilsinler ve haber versinler ve de ölümleri denizde boğularak olmasın!..” diye duâ eyledi.

(Bütün ulemâ ve evliyâ, bu duânın kabûl olduğunu, bu yola mensup olanların denizde boğulmadıklarını ve pek çok kimsenin de vefât günlerine yakın, öleceklerini haber verdiklerini bildirdiler.)

Ahmed Han, 1617 (h.1026) senesinde hastalandı. Sırtında bir yara çıkmıştı. Mâbeynci Mustafa, Sul­tân’ın vefâtından bir gün önce hu­zû­runda iken, Ahmed Hân’ın, odada görünmeyen bâzı kimselere dört defa:

“–Ve aleyküm selâm!” dediğini işitti.

Sebebini sorduğunda Sultan Ahmed Han:

“–Şu anda yanıma Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Alî geldiler. Bana:

«–Sen dün­ya ve âhi­retin sultanlığını kendinde toplamışsın. Yarın Rasûlullah -sal­lâl­lâ­hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanında olacaksın!..» buyurdular.” cevabını verdi.

Hakîkaten ertesi gün bu dün­ya ve âhi­ret sul­tâ­nının hayatı, her fânî gibi nihâyete erdi.

Kaynak: Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013

18 Ekim 2022 Salı

SABRIN MEYVESİ - DİNİ HİKAYE

SABRIN MEYVESİ,DİNİ HİKAYE,sabrın meyvesi,gül,diken,hz Cafer,İmamı Azam,hakaret,kavga,kötülüğe iyilik,dua,kabahat,tevbekar,tevbe etmek,menkıbe,kıssa
SABRIN MEYVESİ - DİNİ HİKAYE

Peygamberimiz’in ‘’sallallahü aleyhi ve sellem’’ torunlarından ve mezheb imâmımız İMÂM-I A’ZAM’ın ‘’rahmetullahi aleyh’’ hocalarından olan CA’FER-i SÂDIK’A ‘’Radıyallahü anh’’ birisi bir gün uygunsuz sözlerle ithâm etti. Ca’fer-i Sâdık sabredip, cevap vermedi. Yanında bulunan talebelerine de müdâhale etmemeleri için tenbîh etti. O kimse ağzına ne geldiyse, ne kadar kötü söz varsa söyledi ve gitti.
Bir müddet sonra, İmâm-ı Câ’fer-i Sadık o adamın evine gitti. Bunu gören talebeleri de onun arkasından o adamın evine vardılar. Talebeleri hocalarının o edepsizce cevap vereceğini zannetmişlerdi. Şâyet o küstah adam hocalarına bir tecavüzde bulunursa hocalarını koruyacaklar ve o edepsize haddini bildireceklerdi.
Câ’fer-i Sâdık  o adamın kapısını çaldı. O adam kapıya geldiğinde:
-Az evvel bana bir takım sözler sarfeyledin. Sana cevap vermedim. Eğer bu söylediğiniz sıfatlar bende varsa; ben bu sıfatlardan, tövbe edeceğime bir daha bu sıfatlara bürünmiyeceğeme dair sana söz veriyorum. Eğer bana isnâd ettiğin sıfatlar yoksa; seni affetmesi için Allahü teâlâya dûâ edeceğim. Bana söylediklerinden dolayı seni affettim, hakkımı helâl ettim.” deyip hediyye vermiştir.
Bu âlicenablığı gören adam Câ’fer-i Sâdık hazretlerinin ayağına kapanıp, kabâhatini i’tirâf edip, tövbekâr olmuştur.

17 Ekim 2022 Pazartesi

CENNETTE HZ. MUSA'YA (A.S) NASIL KOMŞU OLDU?

dini hikaye,dini kıssa,kıssa,menkıbe,cennette hz Musaya nasıl komşu oldu,kasap,kelimetullah,misafir,yatalak,lutfi ilahi,erkam yayınları,Osman Nuri Topbaş,

CENNETTE HZ. MUSA'YA (A.S) NASIL KOMŞU OLDU?

Rivâyet edildiğine göre birgün Mûsâ -aleyhisselâm- Cenâb-ı Hakk’a niyâz etti:

“–Yâ Rabbî! Benim cennetteki komşum kimdir?”

Cevâben kendisine:

“–Ben’im filan yerde kasaplık yapan ve dostum olan bir kulum vardır. Ancak onun kasaplıktan başka çok mühim bir işi daha mevcuddur ki, eğer yanına dâvet edersen gelemez! İşte cennetteki komşun o olacaktır, ey Mûsâ!” buyruldu.

Hazret-i Mûsâ, derhal o kasabı ziyârete gitti. Kendisinin Mûsâ Kelîmullâh olduğunu bildirmeden:

“–Ben sana misâfir olarak geldim!” dedi.

Kasap da kendisine gelen ve her bakımdan diğer insanlardan farklı olduğu belli olan bu nûr yüzlü misâfire büyük bir tebessümle alâka gösterip onu evine götürdü. Hânesinin baş köşesine oturtarak izzet ve ikramda bulundu. Ona kendi elleriyle et pişirdi ve önüne koydu. Mûsâ -aleyhisselâm-’a, mühim bir işi olduğunu söyleyerek kendisini beklemeyip yemeğe başlamasını söyledi. Kendisi de pişirdiği et yemeğinin diğer kısmını küçük lokmalar hâlinde hazırladı. Sonra duvarda îtinâlı bir şekilde asılı duran zenbili indirdi ve içinde bulunan çok yaşlı, mecâlsiz âdeta kuş kadar ufalmış bir kadıncağıza hazırladığı lokmaları yedirmeğe başladı. Yemeğin ardından onun ağzını güzelce sildi. Sonra temizliğini yaptı. Sevdi, okşadı ve tekrar büyük bir îtinâ ile yerine koydu. O bunları yaparken, ihtiyar kadıncağız da sürekli ona duâlar ediyordu.

Hazret-i Mûsâ, bu zembili kasabın dükkanında da görmüş, fakat bir şey sormamıştı. Hayretle bekledi.

Kasap, bütün hizmetini bitirip Hazret-i Mûsâ’nın yanına gelince, O’nun yemeğe başlamadığını görüp sordu:

“–Ey nûr yüzlü misâfirim! Niçin yemeğe başlamadın?”

Mûsâ -aleyhisselâm-:

“–Sen bana şu zembilin sırrını söylemedikçe yiyemem!” dedi.

Bunun üzerine kasap şöyle dedi:

“–Ey misâfirim! Bu zembilin içinde bulunan yaşlı kadıncağız benim annemdir. Çok ihtiyarlamış olduğundan tâkatsizdir. Hem ona bakacak kimsem de yoktur. Ben de onu yalnız bıraktığım zamanlarda herhangi bir hayvanın kendisini rahatsız etmesi endişesiyle, böyle zembile koyup yukarı asıyorum. Bazen de yanımda dükkanıma götürüyorum. Benim gönlümün bütün huzûru, ona yaptığım hizmettendir. Günde iki öğün yemek veriyor, anneciğime karşı bütün vazîfelerimi seve seve yapıyorum!”

Hazret-i Mûsâ sordu:

“–Peki, sen bu hizmetleri yaparken o sana bir şeyler fısıldıyarak ne diyordu?”

Kasap da:

“–Annem yaptığım hizmetler için dâimâ: «–Allâh seni cennette Mûsâ -aleyhisselâm-’a komşu eylesin!» diye duâ eder. Ben de bu güzel duâya “âmîn” derim. Ancak o yüce peygambere komşu olabilecek kıymette amel nerede, ben neredeyim?!” diye cevap verdi.

O âna kadar kim olduğunu gizleyen Mûsâ -aleyhisselâm- tebessüm etti ve şöyle dedi:

“–Ey sâlih kişi, müjdeler olsun sana! İşte ben Mûsâ’yım. Beni sana Allâh gönderdi. Buyurdu ki: «Anasının hizmetinde kusûr etmeyerek rızâsını kazanıp duâsını alan o velî kulumu cennette sana komşu eyledim!» Şükreyle, lutf-i ilâhî sana mübârek olsun!”

Gözleri sevinç gözyaşlarıyla dolan kasap, büyük bir muhabbetle Mûsâ -aleyhisselâm-’ın elini öptü; sürûr, şükür ve huzûr içinde yemeklerini yediler.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-2, Erkam Yayınları

4 Eylül 2022 Pazar

HİKAYE KISSA - MİSAFİRE İKRAM

 yemek, kahvaltı, ikram, misafire ikram, hz ömer, asrı saadet,menkıbe, hikaye, dini hikaye, kıssa,misafire ikramın önemi

MENKÎBE ............... MİSAFİRE İKRAM

Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” misafirlerine her zaman bizzat kendisi hizmet ederdi.
Birgün, sahâbîlerden birisi, bu hareketinin sebebini merak edip sorar.
-Ey Ömer! Siz Müslümanların koskoca halîfesisiniz, buna rağmen gelen misafirlerinizin hizmetlerini başkaları yapacak olduğu halde, kendiniz yapıyorsunuz? Bunun sebebi nedir?
Hazret-i Ömer buyurur ki:
“Ben Peygamber aleyhisselâmdan işittim: (Misafirin bulunduğu yerde, melekler saygılarından dolayı kıyâm ederler. (ayakta dururlar) işte ben de, melekler ayakta dururken oturmaktan utanıyorum. Misâfire ikrâmı da bizzat kendim yapıyorum.” dedi.

19 Ağustos 2022 Cuma

EBÛ BEKİR’İN RESÛLULLAH AŞKI

 EBÛ BEKİR’İN RESÛLULLAH AŞKI

Hazret-i Ebû Bekir radıyallahü anh, Allahü teâlânın rızası, Habîbullahın aşkı için, 80.000 altını fakirlere sadaka verdi. 40.000 altını gizli, 40.000’i de aşikâre vermişti. Bundan sonra giyecek elbisesi bile kalmadı. Sonra keçi kılından dokunmuş eski bir elbiseyi arkasına giydi. Namaz vakitleri hâricinde göğsüne kadar tandıra girer, kıl elbiseyi arkasına alırdı. Namazları evinde kılardı. Böylece üç gün geçti. Resûlullah Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem dördüncü gün sabah namazından sonra Eshâb-ı kirâma dönerek buyurdular ki:
- Ebû Bekr-i Sıddîk üç gündür mescide gelmiyor. Acaba hasta mıdır, gidip hatırını soralım” buyurdular...
O sırada Cebrâil aleyhisselâm siyah kıl elbise giymiş vaziyette geldi. Resûl-i Ekrem Efendimiz Cebrâil aleyhisselâmı görünce rengi değişti. Merak edip sordular:
- Ey kardeşim Cebrâil! Bu ne hâldir?
- Yâ Resûlallah! Gökteki bütün melekler böyle giydi-ler.
- Neden bu şekilde giydiler?
- Yâ Resûlallah! Hazret-i Ebû Bekir, Hak teâlânın rızası ve senin dînin uğruna, 40.000 gizli, 40.000 de aşikâre olarak 80.000 altın sadaka verdi. Hiç giyeceği kalmadığı için, üç gündür mescide gelemedi. Hak teâlâ sana selâm edip, Hazret-i Ebû Bekr’e bir elbise gönderilmesini emir buyurdu.
Resûl-i ekrem efendimiz Eshâbına sordu:
- Kimde fazla bir elbise varsa versin! Hak teâlâ ona çok sevap verip, Firdevs Cennetinde bana komşu yapacaktır.
Orada bulunan Eshâb-ı kirâmın hiçbirinin fazla elbisesi yoktu. Sonunda bir Sahâbi, başka birisinden bir elbise bulup, Hazret-i Ebû Bekir’e gönderdi. Hazret-i Ebû Bekir o elbiseyi giyip, Resûl-i ekremin huzûru ile şereflenmek için yola çıktı. Henüz huzûra varmadan, Cebrâil aleyhisselâm gelip buyurdu ki:
- Yâ Resûlallah! Hak teâlâ sana selâm edip, Ebû Bekr’i karşılamanı emir buyurdu..
Resûlullah Efendimiz, Hazret-i Ebû Bekir’e karşı çıkıp müsâfeha etti. Bütün Eshâb-ı kirâm da müsâfeha edip, hepsi candan Hazret-i Ebû Bekir’e duâ ettiler.

(Kaynak: Türkiye Takvimi)

3 Aralık 2019 Salı

SELMAN-I FARİSİ’NİN İBRETLERLE DOLU HİKAYESİ

selmanı farisi, hz selman, dini hikaye, ibretli hikaye, kıssa, menkıbe, çöl, asrı saadet, peygamber, hz Muhammed, mekke, medine, islam, mecusilik, kölelik, hristiyanlık,


SELMAN-I FARİSİ’NİN İBRETLERLE DOLU HİKAYESİ

Selmân-ı Fârisî’nin Müslüman oluşu ve hürriyetine kavuşturulması nasıl oldu? Selmân-ı Fârisî’nin İran’dan başlayıp Medine’de nihayete eren ibretlerle dolu hidayet yolculuğu...

Medîneli bir Yahûdî’nin kölesi olan Selmân-ı Fârisî, İslâm nîmetiyle perverde oluşunun nice ibretlerle dolu hikâyesini İbn-i Abbâs Hazretlerine şöyle anlatmıştır:
“Ben Isbahan’ın Ceyy adlı köyünde yaşayan bir kimse idim. Babam köyümüzün eşrâfındandı. Hayatta en çok sevdiği kimse bendim. Bu aşırı sevgisi sebebiyle beni yanından hiç ayırmaz, kız evlâdı gibi dâimâ evde tutar, dışarı çıkarmazdı. Babamın dîni olan Mecûsîliğe (Ateşperestliğe), kendimi o kadar kaptırmıştım ki, ateşgedeye bakma, ateş yakma işini bile üzerime almıştım. Ateşgededeki ateşin bir an olsun sönmesine izin vermezdim. Babamın büyük bir çiftliği vardı. Kendisi bir gün inşaat işiyle uğraşıyordu. Bana:
«–Yavrum! Ben bugün hep inşaatla meşgûl olacağım, çiftliğe gidemeyeceğim. Oraya sen git!» dedi ve yapılması gereken bâzı şeyleri de söyledi. Sonra da bana:
«–Sakın ha, oralarda oyalanıp da beni endişelendirme! Şâyet gecikirsen seni merâk ederim ve bütün işlerim ortada kalır!» dedi.
Çiftliğe gitmek üzere yola çıktım. Bir Hıristiyan kilisesine rastladım. Seslerini işittim, içeride ibâdet ediyorlardı. Babam beni hep evde tuttuğu için insanların ne hâlde olduklarını bilmezdim. Bu sebeple merak edip, ne yapıyorlar bakayım, diye yanlarına vardım. Yaptıklarını seyrettim ve kendi kendime; «Vallâhi bu bizim dînimizden daha hayırlıdır.» dedim. Güneş batıncaya kadar oradan ayrılmadım. Çiftliğe ise hiç uğramadım. Onlara:
«–Bu dînin aslı nerededir?» diye sordum:
«−Şam’dadır.» dediler. Akşamleyin babamın yanına döndüm. Babam işi gücü bir tarafa bırakmış akşama kadar beni aratmış. Yanına vardığımda:
«–Yavrum! Neredeydin? Ben sana ne yapman gerektiğini söylememiş miydim?» dedi. Ona:
«–Babacığım! Kiliselerinde ibâdet eden bâzı kimselere rastladım. Onların ibâdetlerini gördüm, çok hoşuma gitti. Güneş batıncaya kadar yanlarından ayrılamadım.» dedim. Babam:
«–Evlâdım, o dinde hayır yoktur. Senin ve atalarının dîni ondan daha hayırlıdır.» dedi.
Babam kaçmamdan korkup ayağıma bir bukağı (kelepçe) vurdu, sonra da beni eve hapsetti. Kilisedeki hristiyanlara:
«−Yanınıza Şam’dan bir ticâret kâfilesi geldiği zaman bana haber verin!» diye adam gönderdim. Şam’dan hristiyan tüccarlar gelince haber verdiler. Ayağımdan demir bukağıyı çıkarıp attım. Onlarla birlikte Şam yolunu tuttum. Oraya varınca:
«–Din adamlarının ilim yönünden en üstünü kimdir?» diye sordum:
«−Kilisedeki piskopostur.» dediler. Yanına gittim ve ona:
«–Ben bu dîne girmek, senin yanında bulunmak, kilisede hizmet etmek, Hıristiyanlığı senden öğrenmek ve seninle birlikte ibâdet etmek istiyorum.» dedim. Bana:
«−Kiliseye gir!» dedi. Onunla birlikte içeri girdim. Şam Piskoposu kötü bir adamdı. Hıristiyanlara sadaka vermelerini emreder, toplanan şeyleri kendisi için biriktirir, yoksullara bir şey vermezdi. Hattâ böylece yedi küp dolusu altın ve gümüş biriktirmişti. Yaptıklarını gördükçe ona son derece kinleniyordum. Nihâyetinde adam öldü. Hıristiyanlar onu gömmek için toplandılar. Onlara:
«–Bu, kötü bir adamdı. Sadaka vermenizi emir ve teşvîk eder, getirdiklerinizi kendisi için saklar, yoksullara bir şey vermezdi!» dedim. Bana:
«–Sen bunu nereden biliyorsun?» diye sordular. Onlara:
«–Size onun hazînesini gösterebilirim.» dedim.
Gösterdiğim yerden, altın ve gümüş dolu yedi küp çıkardılar. Bunu görünce:
«–Vallâhi biz onu aslâ gömmeyiz.» dediler. Ölüsünü astılar ve taşa tuttular! Onun yerine kiliseye başka bir din adamı getirdiler. Beş vakit namaz kılmayanlar içinde ondan daha fazîletli, onun kadar dünyâyı hiçe sayan, âhirete rağbet eden, gece gündüz ibâdet eden bir kimse görmedim. Sonra bu zât ölüm döşeğine düştü. Kendisine:
«–Ey filân! Ben senin yanında bulundum. Senden önce hiç kimseyi, seni sevdiğim kadar sevmedim! Görüyorsun ki sana Allâh’ın emri gelmiş durumda. Bana ne yapmamı ve kime gitmemi tavsiye edersin?» dedim.
«–Evlâdım! Bugün benim yolumda giden bir kimse bilmiyorum. Sâlih insanlar ölüp gittiler. Yaşayanlar da dînin öteden beri tatbîk edilen hükümlerini değiştirip çoğunu da terk ettiler. Yalnız Musul’da bir zât vardır. O, benim tuttuğum yol üzeredir. Sen onun yanına git!» dedi.
Bu muhterem zât vefât edince Musul’daki dostunun yanına gittim. O ölünce, tavsiyesi üzerine Nusaybin’deki, ondan sonra da Ammûriye (Eskişehir yakınlarında bir yer)’deki zâtın yanına gittim. Ammûriye’de az çok bir şeyler de kazandım. Hattâ biraz davarlarım ve ineklerim de oldu. En sonunda Ammûriyeli din adamına da Allâh’ın emri geldi çattı:
«–Evlâdım! Vallâhi bugün yeryüzündeki insanlardan yanına gitmeni sana emir ve tavsiye edebileceğim, bizim düşüncemizde olan hiç kimse bilmiyorum! Fakat Âhir Zaman  Peygamberi’nin gelmesi çok yaklaşmış, gölgesi üzerimize düşmüştür! O Peygamber, İbrâhîm’in -aleyhisselâm- dîni üzere gönderilecektir. Kendisi Arap topraklarında zuhûr edecek, iki kara taşlık arasındaki hurma bahçeleri bulunan bir yere hicret edecektir. O, hediyeden yer, sadakadan yemez. O’nun iki kürek kemiği arasında da Peygamberlik mührü vardır. Eğer o diyarlara gitmeye gücün yeterse git, hemen yola düş!» dedi.
Nihâyet o da öldü. Allâh’ın dilediği kadar bir müddet daha orada oturdum. Sonra Kelb kabîlesinden bâzı tüccarlarla karşılaştım. Onlara:
«–Beni Arap diyârına götürünüz, ben de bunun mukâbilinde şu davarlarımı ve ineklerimi size vereyim.» dedim, kabûl ettiler. Mallarımı onlara verdim ve beni yanlarında götürdüler. Vâdi’l-Kurâ’ya vardığımızda bana zulmettiler, köle olarak bir yahûdîye sattılar. Yahûdînin yanında bir müddet kaldım. Vâdi’l-Kurâ’daki hurma ağaçlarını görünce; «Burası Ammûriye’deki efendimin bana târif ettiği, Âhir Zaman  Peygamberi’nin hicret yurdu mu acabâ?» diye ümitlendimse de kalbim buna tam olarak kânî olmadı.
Vâdi’l-Kurâ’da bulunduğum sırada, sâhibimin Kurayzaoğulları’ndan olan amcaoğlu geldi ve beni satın alıp Medîne’ye götürdü. Vallâhi Medîne’yi görür görmez, Ammûriye’deki efendimin târif ettiği, Âhir Zaman  Peygamberi’nin hicret edeceği yerin burası olduğunu anladım. Artık Medîne’de oturdum durdum. Hâlbuki Resûlullâh Peygamber olarak gönderilmiş, Mekke’de bir müddet kalmış. Fakat ben kölelik meşgûliyeti içinde bulunduğumdan O’nun hakkında hiçbir şey işitmemişim. Sonra Medîne’ye hicret edip gelmiş, yine haberim olmamış. Bir gün hurma ağacının üstünde çalışıyor, sâhibim ağacın gölgesinde oturuyordu. O sırada amcasının oğlu gelip sâhibime:
«–Ey filân! Allâh Kayleoğulları’nın (Evs ve Hazrec’in) belâsını versin! Vallâhi onlar Kubâ köyünde, Mekke’den yanlarına gelen ve Peygamber dedikleri bir zâtın başına toplanmış bulunuyorlar!» dedi.
PEYGAMBERLİK ALAMETLERİ
Bunu işitir işitmez beni öyle bir titreme tuttu ki, neredeyse efendimin üzerine düşecektim:
«−Ne dedin? Ne dedin?» diyerek hemen hurma ağacından indim. Sâhibim kızdı, bana şiddetli bir tokat vurdu ve:
«–Seni ne ilgilendirir? Sen işine bak!» dedi. Ben de:
«–Bir şey yok! Sâdece onun ne dediğini anlamak istedim.» dedim. Yanımda biriktirmiş olduğum biraz yiyecek vardı. Akşam olunca onları alıp Kubâ’da bulunan Resûlullâh’a gittim. Kendisine:
«–Senin sâlih bir zât olduğunu işittim. Yanında da muhtaç ve kimsesiz sahâbîlerin varmış! Yanımda sadaka olarak ayırdığım bâzı şeyler vardı. Durumunuzu öğrenince sizi buna daha lâyık gördüm!» diyerek onları kendisine takdîm ettim. Resûlullâh ashâbına:
«–Alınız, bunu yiyiniz!» buyurdu ve ondan yemedi. Kendi kendime; «Bu bir!» dedim. Sonra O’nun yanından ayrılıp yerime döndüm. Yine bir şeyler biriktirdim. O esnâda Allâh Resûlü de Medîne’ye gelmiş bulunuyordu. Yanına varıp:
«–Senin sadakadan yemediğini gördüm. Bu, sana ikrâm olmak üzere hazırladığım bir hediyedir!» dedim. Resûlullâh bu defâ ondan yedi ve ashâbına da yemelerini söyledi. Kendi kendime; «Bu iki!» dedim.
Daha sonra Resûl-i Ekrem Efendimiz Bakîu’l-Garkad’da bulunduğu esnâda yanına vardım. Oraya ashâbından birinin cenâzesi münâsebetiyle gitmişti ve ashâbının arasında oturuyordu. Üzerinde, her tarafını bürüyen iki ihram vardı. Kendisine selâm verdim. Sonra da Ammûriye’deki zâtın bana târif ettiği Peygamberlik Mührü’nü görebilir miyim diye arka tarafına geçtim. Resûlullâh niyetimi anladı ve sırtından ridâsını sıyırdı. Peygamberlik Mührü’nü görür görmez tanıdım! Üzerine kapandım, öptüm ve ağlamaya başladım. Âlemlerin Efendisi bana:
«–Bu tarafa dön!» buyurdu. Gelip önlerinde oturdum.”
Daha sonra Hazret-i Selmân, İbn-i Abbâs Hazretlerine şöyle dedi:
“Ey İbn-i Abbâs! Sana anlattığım gibi başımdan geçenleri Allâh Resûlü’ne de anlattım. Benim bu kıssamı ashâbının da işitmiş olması, Resûlullâh’ın pek hoşuna gitti. Kölelik, bu Selmân’ı meşgûl ettiğinden, Bedir ve Uhud Gazveleri’nde Resûlullâh ile birlikte bulunmama imkân vermedi.” (Ahmed, V, 441-444; İbn-i Hişâm; I, 233-242; İbn-i Sa’d, IV, 75-80)
SELMAN-I FARİSİ’NİN (R.A.) EFENDİSİYLE ANTLAŞMASI
Hazret-i Selmân, ömrü boyunca arayışı içinde olduğu Allâh Resûlü’ne kavuşmuştu. Artık onun yegâne arzusu, dâimâ Peygamber Efendimiz’in yanında olmak, O’nun emrinde bulunmaktı. Nitekim Hazret-i Selmân’ın bu iştiyâkını gören Allâh Resûlü bir gün ona:
“–Ey Selmân! Kölelikten kurtulmak için efendin ile antlaşma yapsan olmaz mı?” diye sordu. Bunun üzerine Selmân -radıyallâhu anh-, çukurlarını da kazmak şartıyla üç yüz hurma ağacı dikmek ve kırk ukıyye[1]altın vermek üzere efendisi ile anlaştı. Resûl-i Ekrem de ashâbına:
“–Kardeşinize yardım ediniz!” buyurdu. Kimi on, kimi on beş, kimi yirmi fidan olmak üzere, herkes imkânı nisbetinde yardımda bulundu ve Hazret-i Selmân’ın ihtiyâcı olan üç yüz hurma fidanı toplandı.
PEYGAMBERİMİZİN DİKTİĞİ AĞAÇLAR
Allâh Resûlü:
“–Ey Selmân! Fidanlar için çukurlar kaz! Çukurları bitirdiğin zaman bana haber ver de onları kendi elimle dikeyim.” buyurdu.
Hazret-i Selmân-ı Fârisî hâdisenin devâmını şöyle anlatır:
“Hurma fidanları için çukurlar kazmaya başladım. Arkadaşlarım da bana yardım ettiler. Bitirince haber verdim, Resûlullâh fidanların dikileceği yere benimle birlikte geldi. Biz fidanları O’na veriyorduk, O da dikiyordu. Varlığım kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, Allâh Resûlü tarafından dikilen hurma fidanlarından bir tâne bile tutmayan fidan olmadı. Böylece ağaç borcumu ödemiş oldum. Fidanlar, senesinde meyve vermeye başladı ve meyvesi yendi.”
Resûlullâh bir gazâdan tavuk yumurtası büyüklüğünde bir altın külçesi getirmişti.
«–Selmân ne yaptı?» diye sordu. Allâh Resûlü’nün yanına vardığımda bana:
«–Ey Selmân! Şunu al da borcunu öde!» buyurdu.
«–Yâ Resûlallâh! Üzerimde bulunan o kadar borca, bu kadarcık altın parçası nasıl yetecek?!» dedim. Allâh Resûlü altın külçesini eline alıp diline sürdükten sonra:
«–Al bunu! Allâh Teâlâ borcunu bununla ödeyecektir!» buyurdu.
Altını aldım. Alacaklıya ondan tartıp tartıp verdim. Hazret-i Selmân’ın varlığı kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, o altın külçesinden kırk ukıyye tarttım. O (öyle beketliydi ki) şâyet Uhud Dağı’yla tartılmış olsaydı, muhakkak ondan da ağır gelirdi!”
Hazret-i Selmân kölelikten kurtulduktan sonra, Hendek Savaşı’na hür olarak katıldı ve bundan sonra hiçbir savaşta Peygamber Efendimiz’in yanında bulunma fırsatını kaçırmadı.[2]
“SELMAN BİZDENDİR” 
Hazret-i Selmân-ı Fârisî, her hâli ile o kadar güzel bir nümûne şahsiyet ve câzibe merkezi bir zât hâline geldi ki, Ensâr da Muhâcirler de:
“−Selmân bizdendir.” diyerek onu paylaşamaz oldular.
Bunun üzerine Varlık Nûru Efendimiz:
“−Selmân bizdendir, Ehl-i Beyt’tendir.” buyurarak o mübârek sahâbîsini lutufların en güzeliyle taltîf etti. (İbn-i Hişâm, III, 241)
Bu mübârek sahâbî, ömrü boyunca İslâm ahlâkının güzelliklerini yansıtan nice zirve davranışlar sergileyerek, mü’minlere numûne-i imtisâl bir şahsiyet oldu.
HZ. SELMAN-I FARİSİ’NİN FAZİLETİ
Nitekim onun fazîletini aksettiren bir misâl şöyledir:
İslâm Devleti, yapılan fetihlerle geniş bir coğrafyaya hâkim olunca, vaktiyle bir Yahûdînin kölesi olan Hazret-i Selmân, Medâin bölgesine vâli tâyin edildi. O sırada Şam’dan Teymoğulları kabîlesine mensup bir zât Medâin’e geldi. Yanında bir yük de incir getirmişti. Hazret-i Selmân’ın sırtında gâyet mütevâzî bir aba vardı. Şamlı zât, Hazret-i Selmân’ı tanımıyordu. Onu bu hâlde görünce:
“−Gel şunu taşı!” dedi. Selmân da gitti, yükü sırtlandı. Halk kendisini görünce tanıdı. Adama:
“−Senin yükünü taşıyan bu zât, vâlidir!” dediler. Şamlı derhâl:
“−Seni tanıyamadım.” diyerek özür diledi ve sırtındaki yükü almaya davrandı. Selmân ise:
“−Zararı yok, yükü evine götürene kadar sırtımdan indirmeyeceğim.” dedi. (İbn-i Sa’d, IV, 88)
[1] 1 ukıyye yaklaşık 128 gram’a tekâbül eden bir ağırlık ölçüsüdür.
[2] Bkz. Ahmed, V, 443-444; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, II, 419; İbn-i Abdilber, II, 634-638.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları