Padişah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Padişah etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Haziran 2016 Çarşamba

ADİL HÜKÜMDAR FATİH SULTAN MEHMET HAN...



Fatih Sultan Mehmet adını taşıyacak caminin inşaatında kullanılacak mermer sütunları kestiren rum mimarlarından İpsilanti Efendiye bir sebebten kızıp elini kestirir. 

...
bunun üzerine ipsilanti efendi, ilk istanbul kadısı Hızır çelebiye
başvurur. Haksızlığa uğradığını belirtip hakkının padişahtan alınmasını
ister. Kadı padişahı çağırtır. Padişah girdiğinde ipsilanti efendi davacı makamında ayakta durmaktadır.

Padişah "maznun" minderine bağdaş
kurmak üzereyken Kadı efendi kükrer: "BEGÜM; HASMINLA MÜRAFAA-İ
ŞER' OLUNACAKSIN ( beyim , davacı ile yüzleştirileceksin.) AYAĞA KALK!
Padişah kalkar kendisini savunması istenince hata ettiğini belirtir.
Kadı efendi "kısasa kısas" hükmünü verir.

Hüküm gereğince Padişahın eli kesilecektir. Dinleyenler dehşetten ve hayretten donakalmıştır. Padişah boynunu büküp hükme rıza göstermiştir. Durum o kadar gergindir ki ipsilanti efendinin eli ayağı titremeye başlar. Aklı başına gelir
gibi olunca kendisini padişahın ayaklarına atar.

"Davamdan vazgeçtim. İslam adaletinin büyüklüğü karşısında küçüldüm. Böyle bir
cihangirin elini kestirip kıyamete kadar lanetlenmeyi göze alamam."
Fatih Sultan Mehmet'in eli kesilmekten kurtulur. Ama tazminat ödemesi
gerekmektedir.

KESTİRDİĞİ ELİN DİYETİNİ ŞAHSİ GELİRİNDEN ÖDER. Ayrıca
birde ev verir. Mahkeme sonrası herkes çıktığı zaman , padişah
kadıya döner:

"bak a hızır çelebi, bu padişahtır deyu iltimas
eyleseydin, ŞER'İ ŞERİFE MUGAYİR HÜKÜM VERSEYDİN şu kılıçla başını
koparırdım."

Kadı hızır çelebi minderini kaldırır. Minderinin
altında duran demir topuzu padişaha gösterir: "SİZDE PADİŞAHLIĞINIZA MAĞRUREN HÜKMÜ TANIMASAYDINIZ BİLLAHİ BU TOPUZLA BAŞINIZI EZERDİM.

25 Aralık 2015 Cuma

ÖFKE ZAMANINDA MERHAMET...

“Bir kişinin merkebi çamura batmıştı. Ne kadar gayret sarf ettiyse de bir türlü hayvanını battığı yerden çıkaramadı. Bu esnada da gökyüzünden sicim gibi yağmur yağıyor, soğuk hava ise ilikleri donduruyordu. Bütün bunlara ilâveten bir de yavaş yavaş üstüne çöken karanlık içerisinde kalan adamcağız, çok müteessir ve muzdarip bir hâldeydi. 
O kişi, bu dert ve acı içerisinde sabaha kadar kötü sözler söyleyerek etrafa lânetler savurdu. Öyle ki, dilinden ne dost kurtuldu ne düşman, ne ahâlî kurtuldu ne de sultan…
Olacak bu ya, adam böyle sövüp saymakta, etrafa lânetler savurmakta iken, padişah oradan geçti. Durumun farkında olmayan adam, uygunsuz ve haddi aşan sözlerine devam etti. Pâdişâhın bu sözleri işittiğini anladığında ise adamcağız, mahcûbiyetten sanki yerin dibine girdi. Bu mahcûbiyetle ne cevap verebildi ne de özür dileyebildi.
Pâdişah buna çok kızdı ve etrafında bulunanlara hiddetle:
«−Eşeği çamura batmışsa benim suçum ne? Ben batırmadım ya! Benden ne istiyor, bana niçin kötü söz söylüyor?» dedi.
Beraberindekilerden biri pâdişâha:
«−Pâdişâhım, hemen boynunu vurdurun! Dünyadan nâm ve nişânı kalksın!..» dedi.
Büyük pâdişah, gönlünde çağlayan ilâhî rahmetle düşündü, taşındı. Baktı ve gördü ki adam, içine düştüğü dert dolayısıyla mihnet içinde bunalmış, eşeği de çamura batmıştır. Zavallı adamın hâline acıdı. Kaba ve uygunsuz sözlerinden kabaran öfkesini yuttu. Bununla da yetinmeyip tuttu, ona altın, at ve kürklü kaftan ihsân etti.
Zira pâdişah biliyordu ki;
«Öfke zamanında merhamet, en güzel şeydir.»
Bu hâdiseyi duyan biri, o ihtiyara:
«−Ey akılsız ihtiyar, ölümden nasıl kurtuldun, hayretteyim?» diye sordu.
İhtiyarsa onun bu suâline şöyle cevap verdi:
«−Sus! Ben o sırada çok elemli idim. O dert de aklımı başımdan almıştı, yani kendime mâlik değildim. Bu sebepten ben, bana yakışmayan bir şey yaptım. Pâdişâha gelince, o sultânımız da kendisine yakışan ihsan ve ikrâmı yaptı.»”

Şeyh Sâdî-i Şîrâzî ('Bostan' Adlı Eserinden)

23 Kasım 2015 Pazartesi

GÜCÜMÜZÜN ESASI İSLAMİYET

"Yeniden canlanmak için Avrupa medeniyetini taklit değil, gücümüzün esası olan İslamiyet'e dönmek gerekir...!"
(ll. Abdülhamid Han Hazretleri)

4 Kasım 2015 Çarşamba

DÜŞMANLARI BİLE OSMANLI'NIN ADALETİNE GÜVENİYORDU...


Boğdan Beyi Büyük Stefan, 16. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin gelişme yolu üzerinde direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolayı Katolik Avrupa tarafından kendisine "Hıristiyanlığın şövalyesi" ünvanı verilen ve kahraman kabul edilen bir kişiydi.

Boğdan Beyi Stefan ölüm döşeğine düşünce evlatlarına gayet ibretli bir şekilde şu nasihati verir.

"Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız. Asla Rus'a yanaşmayın. Haindir, sizi yok eder. Fakat kendinizi TÜRKLERE EMANET EDİN. ADİL ve MERHAMETLİDİRLER..."

27 Ekim 2015 Salı

İSTEMEYİ BİLMEK GEREK...


Sultan Mahmut Üsküdar sırtlarında dolaşmaya çıkmıştır. Kalabalığın arasından bir çocuğu çağırır, kesesinden çıkardığı bir altını uzatır. Çocuk almak istemez. Padişah sebebini sorar. Çocuk der ki: 

- Ailem bu altını görünce nereden bulduğumu sorarlar, hırsızlık yaptığımı zannederek döverler beni. 

Şaşırır padişah:

- Evladım, benim verdiğimi söylersin sen de.

- O hiç olmaz sultanım. Padişahın verdi mi bir tek altın vermeyeceğini onlar da bilirler..

Üslup önemli, istemeyi bilmek zor iş.

Çocuk mu? Kesenin tamamını almış tabii ki…

24 Ekim 2015 Cumartesi

Önümüzde Efendimiz (sas) yürürken...


...Yavuz Sultan Selim, ordusuyla beraber Mısır seferine çıkmıştı. Mısır’ın merkezi Kahire’ye ulaşmak için Sina Çölü’nü geçmek gerekiyordu. Kurak ve çorak bu çölü geçmek neredeyse imkânsız gözüküyordu. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Yavuz, Sina Çölü’nü ordusuyla geçmeye kararlıydı. Ordu içinde bunun imkânsız olduğunu söyleyenlerolduysa da onları susturmasını bildi. Sina Çölü’nü geçerken yaşanan şu vaka ibretliktir:

Sina Çölü’nde yıllardan beri yağmur yağmamasının verdiği kuraklıkla, müthiş sıcaklık ve kum fırtınası vardır. Çölde ilerlerken Sultan Selim Han, bir ara atından iner. Sultanın ardından tüm devlet adamları da attan iner. Başta Sultan Selim Han ve tüm ordu, kurak ve çorak Sina Çölü’nde yayan yürümektedir. Ordu harap ve bîtab hâle gelmiştir. Fakat Yavuz, büyük bir edeb ve huşu içinde yürümeye devam etmektedir. Sebebi sorulunca; bütün heybet ve azametinden sıyrılıp, sükunet ve edeple şöyle der: “Önümüzde, Fahr-i Kâinat Resûlullah Efendimiz Hazreti Muhammed yürümükteyken, at üstünde gitmekten hayâ ederim!” Yavuz ve ordusu bir hafta gibi kısa bir sürede Sina Çölü’nü geçerek tarihte eşine az rastlanır bir başarıya imza atmışlardır.