güzel hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
güzel hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ekim 2023 Perşembe

ARI İLE KARINCA GÜNÜN HİKAYESİ

 Bir arı, bir karıncanın bin bir güçlükle taneyi yuvasına götürdüğünü görünce, ona şöyle seslendi:

“-Ey karınca, bu kendine yüklediğin nasıl bir meşakkat, seçtiğin nasıl bir yüktür? Gel de benim yediğim içtiğim yeri bir gör. En güzel ve en hoş yiyecekler benden artmadıkça padişahlara ulaşmaz. İstediğim yere konar, istediğimi seçer ve istediğimden yerim.”

Bu sözleri söylerken uçtu ve kasap dükkânında bir etin üzerine kondu. Kasap elindeki bıçağı o mağrur arının üzerine öyle bir vurdu ki onu iki parçaya böldü ve yere attı. Karınca gelip onu ayağından çekti ve şöyle dedi:

“Nice bir anlık şehvet vardır ki, sahibini uzun zaman üzüntüde bırakır.”

Arı ise: “Beni istemediğim yere götürme” dedi. Karınca da:

“Kim hırs ve şehveti sebebiyle dilediği, arzu ettiği yere konarsa, onu istemediği yere götürürler” diye karşılık verdi. (İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, 16.Cilt, Erkam Yay.)

31 Ağustos 2023 Perşembe

DİNİ HİKAYE, DİNİ KISSA

DİNİ HİKAYE, DİNİ KISSA, imamı azam ebu hanife,Ebu Hanife,sarhoş,gözyaşı,ziyan,tevbe,kefalet,hapishane,küfür,hak,hakikat,güzel hikaye,

İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Hazretleri’nin komşularından ayyaş bir genç vardı. Bu genç, sabahtan akşama kadar içer, geceleri de yerinde duramaz nâralar atıp küfürler savurarak etrafı dayanılmaz derecede rahatsız ederdi.

Bir gece gencin attığı nâralar kesilince, İmam sabahleyin gidip gencin başına bir hâl gelip gelmediğini araştırdı. Arkadaşları, içki yüzünden kavgaya karışıp hapse atıldığını söylediler. Ebû Hanîfe Hazretleri bu duruma çok üzüldü. Hapishâneye giderek yetkililerden onu serbest bırakmalarını ricâ etti. Memurlar ancak kefâlet ile serbest bırakabileceklerini söyleyince İmâm-ı Âzam Hazretleri kefil oldu ve sarhoş komşusunu hapisten kurtardı.

Durumu öğrenen genç, derhâl İmâm’ın yanına koşup nedâmet gözyaşları döktü. Artık içkiye tevbe ettiğini söyledi. Bundan sonra ona lâyık bir komşu ve talebe olacağına söz verdi. Büyük İmâm, gence şefkatle baktı ve hüzünlü bir sesle:

“–Delikanlı; görüyorsun ya, seni gerçekten biz ziyân ettik! Sana ulaşma gayretini gösteremedik. Asıl sen bize hakkını helâl et!” dedi.

9 Ağustos 2023 Çarşamba

DİNİ KISSA DİNİ HİKAYE

 Vaktiyle Emevîler devrinin üç büyük hiciv şâirlerinden biri olan Ferezdak’ın zevcesi ölmüştü. Defin merâsiminde Hasan-ı Basrî Hazretleri de bulunmaktaydı. Hasan-ı Basrî Hazretleri, şiirleriyle insanları istihkar ve istihfâf eden, onların şeref ve haysiyetini zedeleyen bu şâire, bir ara kabre işâret ederek:

“-Âhiret için ne hazırladın?” diye sordu. Yaşlı şâir:

“-Yetmiş yıldan beri kelime-i şehâdeti hazırladım.” dedi.

Hasan-ı Basrî Hazretleri îkaz mahiyetinde:

“-Ne güzel hazırlık!” dedikten sonra şu sözleri ekledi:

“-Lâkin kelime-i şehâdetin şartları vardır. Bu yüzden insanları incitecek ve gönüllerine diken batıracak sözlerden uzak dur, Allâh’ın kullarını küçümseme ve gıybet etmekten sakın!”

Velhâsıl, dil ya hayır söylemeli, ya da sükût etmelidir.

28 Temmuz 2023 Cuma

OSMANLI HİKAYELERİ

 Mâbeyn katiplerinden Abdülhâmid bağlısı olmayan birisi hatıralarında anlatıyor:

-Bir akşamdı, mâbeynde nöbetçi olarak ben kalmıştım. Gelen, mektup, telgraf, rapor ve tezkerelerin listesini tertipleyip huzura çıkmak üzere iken bir telgraf geldi.

İstanbul’da Lâleli Postahânesi memurlarından birinin Yıldıza çektiği bir telgrafta, karısının o gece doğum yapacağı, doğumun çok zor olacağına dair doktorlar tarafından dikkat işareti verildiği, elinde hiçbir vasıta bulunmadığı ve merhamet-i şahâneye sığındığını bildiriyordu. Bu mektuba kıymet vermedim ve listeye almadım.

Huzurda, padişah âdeti üzere herşeyi ayrı ayrı gözden geçirdikten sonra ilave etti:

-Başka bir şey var mı?

Telgrafı söyledim. Arza değmeyeceğini düşünerek listeye almadığımı söyledim. Emir verdi:

-Hemen getiriniz.

Getirdim.

Dikkatle okudu. Ve derhal mütehassıs bir tabip ve yavere, doğru Lâleli’ye giderek doğumu kontrol altına almalarını, benim de kendilerine refâkat etmemi ferman etti.

Gittik ve işimizi bitirip sabaha karşı döndük. Bir de ne görelim: Hünkâr, bahçe üzerindeki odasında, ışıklar açık, cama vurarak bizi çağırmıyor mu?

Sabaha kadar uyumayıp bizi beklediğini anladık. Netîceyi sordu. Doğumun zor olduğunu, fakat müdâhale ile kadının kurtulduğunu, çocuğa “Abdülhamîd” isminin verildiğini, ihsân-ı şâhânenin de âile reisine teslim edildiğini, adamın ağlayarak ömür ve devletlerine dua ettiğini anlattım.

Bizi ayakta dinledi. Sadece rahatladığını gösteren bir “oh” çekti. Ve paravanın arkasına geçerek sabah namazına durdu. (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-2, Erkam Yay.)

26 Temmuz 2023 Çarşamba

DİNİ KISSA DİNİ HİKAYE

 Übey bin Kâ’b’ın tâbiînden sayılan oğlu Tufeyl, sahâbîlerle görüşür, onların bilgilerinden istifâde ederdi. Zaman zaman da Abdullâh bin Ömer’i ziyâret eder ve onunla birlikte çarşıya çıkarlardı.

Tufeyl, Abdullâh (ra)’ın, Peygamber Efendimiz’in emirlerine itaatteki gayretini şöyle anlatır:

“Çarşıya çıktığımızda, Abdullâh bin Ömer kime rastlasa selâm verirdi. Karşılaştığı şahıs ister eski eşya satan, ister değerli mal satan, ister yoksul veya tanınmayan biri olsun, mutlakâ ona selâm verirdi. Bir gün yine onun yanına gitmiştim. Yine birlikte çarşıya çıkmayı teklif etti. Ona:

“–Çarşıda ne yapacaksın! Alışverişten anlamazsın. Satılan malların fiyatlarını sormazsın. Bir şey satın almazsın. Herkesin oturup sohbet ettiği yerlerde oturmazsın. Çarşıya çıkacağımıza şurada otur da, birlikte sohbet edelim.” dedim.

Bunun üzerine Abdullâh (ra) bana şunları söyledi:

“–Kardeşim! Biz, karşılaştığımız kimselere Allâh’ın selâmını vermek için çarşıya çıkıyoruz. Başka bir maksadımız yok.” (Muvatta, Selâm, 6; Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, s. 348)

12 Nisan 2023 Çarşamba

dini hikaye

 Mevlânâ Hazretleri’nin oğlu Sultan Bahâeddin Veled, şu hâtırasını nakleder:

“Birgün bana büyük bir ruh bezginliği ve iç sıkıntısı gelmişti. Beni bezgin ve sıkıntılı gören babam:

“-Birinden mi incindin de böyle sıkıldın?” dedi. Ben de:

“-Bilmiyorum ki bu ne hâldir?” dedim. Babam kalkıp eve gitti, bir müddet sonra baktım ki kurt postunu çevirip başına geçirmiş, çocukları korkuttukları gibi «Bu! Bu! Bu!» diyerek yanıma geliyor. Babamın bu hoş hareketi sebebiyle beni bir gülme tuttu ki anlatamam. Hemen yere kapanarak ayaklarını öptüm. Babam:

“-Bahaddin! Eğer bir güzel ve latif sevgili sana sıkı sıkıya bağlansa, dâima seninle şaka, şenlik etse ve birdenbire yüzünün şeklini değiştirip gelse ve sana “Bu! Bu! Bu!” dese ondan hiç korkar mısın?” buyurdu. Ben de:

“-Hayır, korkmam” dedim. Bunun üzerine babam:

“-Seni sevindiren, seni sevinç ve neşe içinde tutan sevgili, seni üzen ve kendisinden sıkıntı duyduğun aynı sevgilidir. Hep O’dur, hep O’ndandır ve hep O’ndan feyizlenirsin. O hâlde niçin boş yere üzgün duruyor, sıkıntının elinde âciz kalıyorsun?” buyurdu.

Babamın bu hareketi ve sözleri üzerine derhal hâlim değişti, taze gül gibi açılıp ferahladım. Ömrüm boyunca da başka gam yüzü görmedim ve üzülmedim, dünyanın gamı kederi yanıma yaklaşmadı.” (Ahmed Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, trc. Tahsin Yazıcı, İstanbul 1973, I, 265-266.)

5 Nisan 2023 Çarşamba

ARSI SAADETTEN KISSA

 Hz. Ömer'in oğlu ve Efendimiz'in duygulu sahâbîsi Abdullah İbni Ömer diyor ki:

Bir gün Resûl-i Ekrem'in yanında bulunuyordum. Ensardan bir adam gelip selâm verdikten sonra.

-Yâ Rasûlallah! Hangi mü'min daha faziletlidir? diye sordu.

Resûl-i Ekrem (sav) de:

"Ahlâkı en iyi olan mü'min" diye cevap verdi.

O zât yine

-Yâ Rasûlallah! Hangi mü'min daha zekidir? diye sorunca:

"Ölümü en çok hatırlayıp ölümden sonrası için en iyi hazırlık yapanlar zeki adamlardır" buyurdu. (İbni Mâce, Zühd 31)

4 Kasım 2019 Pazartesi

AHDE VEFA - HZ. ÖMER

ahde vefa, hz ömer, sahabe, asrı saadet, raşit halifeler, halife, dini hikaye, güzel hikaye, hikayeler, amr bin as, katil, öldürmek, adalet

Ahde Vefa - Hz. Ömer (ra)

Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki “Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.”

Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek :
– Söyledikleri doğru mu diye sorar , Suçlanan genç der ki :
-Evet doğru.Bu söz üzerine Hz Ömer;
-Anlat bakalım nasıl oldu diye sorar:

Bunun üzerine genç anlatmaya başlar, der ki :
-“Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanim ailemle beraber gezmeye çıktık, kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atim var ki dönen bir defa daha bakıyor, hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hısımla çıktı , atıma bir taş, attı atim oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir tas attım, babası öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı, durum bundan ibaret” dedi.

Bu söz üzerine Hz Ömer:
-“Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam.Madem suçunu da kabul ettin” dedi.

Bu sözden sonra delikanlı söz alarak
-“Efendim bir özrüm var” diyerek konuşmaya başladı
– “Ben memleketinde zengin bir insanim, babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkini zayi ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum” der.

Hz. Ömer dayanamaz der ki :
-“Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?!”

Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki:
– “Bu zat benim yerime kalır.” O zat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) en iyi arkadaşlarından daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As’ dan başkası değildir. Hz. Ömer Amr’a dönerek,
– “Ey Amr, delikanlıyı duydun” der.

O yüce sahabi
-“Evet, ben kefilim” der ve genç adam serbest bırakılır.

Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine’nin ileri gelenleri Hz. Ömer’e çıkarak genç’in gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni As’a verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve “babamızın kani yerde kalsın istemiyoruz” derler.

Hz. Ömer kendinden beklenen cevabi verir der ki :
“Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim.”

Hz Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki :
-“Biz de sözümün arkasındayız.”

Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek derki evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin?” Genç vakurla basını kaldırır ve (günümüz insani için pek de önemli olmayan) “AHDE VEFASIZLIK ETTI” demeyesiniz diye geldim der.

Hz.Ömer basini bu defa çevirir ve Amr Ibni As’a der ki :
-“Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu onun yerine kefil oldun”.

Amr Ibni As Allah kendisinden ebediyyen razı olsun, vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir,

-“Bu kadar insanin içerisinden beni seçti.
“İNSANLIK ÖLDÜ “dedirtmemek için kabul ettim” der.

Sıra gençlere gelir, derler ki :
-“Biz bu davadan vazgeçiyoruz.”

Bu sözün üzerine Hz Ömer :
-“Ne oldu, biraz evvel “babamızın kani yerde kalmasın” diyordunuz ne oldu da vaz geçiyorsunuz?” der.

Gençlerin cevabi da dehşetlidir :

-“MERHAMETLİ İNSAN KALMADI” DEMEYESİNİZ DİYE …

Bende sizinle bu yazıyı paylaşıyorum. “Güzel ve ibretlik yazıları paylaşanlar kalmadı ” demesinler diye…

8 Mayıs 2019 Çarşamba

İYİ KURT KÖTÜ KURT

romantik kurt, aşık kurt, bozkurt, grikurt, akkurt, güzel hikaye, nasihat, kızılderili hikayesi, bilge hikayesi, kin, nefret, ihanet, korku, düşmanlık, sevgi, güven, dostluk, umut, özgürlük
Kızılderili bilge torununa şöyle der;
Bak evlat, her insanın içinde birbiriyle mücadele eden, çatışan iki kurt vardır.
Biri kin, nefret, ihanet, korku ve düşmanlığı ister.
Diğeri ise; sevgiyi, güveni, dostluğu, umudu ve özgürlüğü…
Küçük torun dedesine sorar;
“Peki hangisi kazanır?“
Yaşlı adam cevap verir;
“Hangisini daha iyi beslersen !…”

6 Mart 2018 Salı

HANIMINI KISKANAN ADAM

hikaye, kıskançlık, aldatmak, kıssa, dini hikaye, güzel hikaye, ders, drama, aşk hikayesi


Hanımını kıskanan adam
Adam genç eşini çok seviyor,bir o kadarda kıskanıyordu öyle ki iş yerinde yemek verildiği halde,her öğlen o uzun yola rağmen evine gidiyor,eşiyle birlikte yemek yiyordu.Kadın, eşinin sadece yemek yemek için geldiğini düşünüyordu.

Bilmediği bir şey vardı eşi kendisini kontrol ediyordu.Bu bilinmeyenle uzun süre birlikte yediler yemeklerini taa ki adam gelipte eşini evde bulamayana kadar.

Kapıyı açıp seslendi eşine ses yok…Odaları gezdi bir bir…yok…yok…yok…Telefona sarıldı hemen.Kapalıydı kadının telefonu.İrkildi birden.”korktuğum başıma geldi kesin aldatıyor beni” diye düşündü.

Tanıdığı herkesi aradı ailesi,arkadaşları,aile dostları,komşuları hiç kimse görmemişti kadını saatler geçiyor kadından ses çıkmıyordu.Akşam oldu adam evin içinde ümitsiz ve karışmış düşüncelerle dönüp duruyordu.Sabah
ın ilk ışıklarıyla birlikte adam kararını vermişti boşanacaktı avukat arkadaşına giderek dava açtırdı.Kesin aldatmıştı kocasını ve dönmeye yüzü yoktu artık herşey bitmişti.

Eve dönünce eşine ait ne varsa attı resimleri yırttı,elbiselerini yaktı,takılarını karşılıksız verdi bir eskiciye geriye sadece bir sevgililer günü kartı kalmıştı.” hep seninim…hep senin kalacağım…”yazıyordu üzerinde.adam nefretle bakarak duvara astı kartı uzun uzun baktı elinde tuttuğu su bardağını sıktığının farkında bile değildi. Elleri kan içinde kalmıştı ama o görmüyordu bile.

Telefonun sesini duyduğunda ancak farketti elinin acıdığını ve kan içinde kaldığını açtı telefonu

Buyrun dedi adam

İyi günler beyfendi …….. beylerin evimi?

Buyrun benim
Ben ……….. hastanesinden arıyorum iki gün önce yaralı bir bayan getirdiler hastanemize henüz bugün kendine gelebildi sizin isminizi öğrenebildik hemen gelebilirmisiniz?

Adam yığıldı olduğu yere yanlış duymuş olabilirmiydi.”kesin sevgilisi dövdü” dedi içinden gitmekle gitmemek arasında bocaladı birden sonra “gidip yüzüne tükürmeliyim”diye düşündü.Fırlayıp çıktı sokağa attığı adımların sesini duyuyordu sadece koştu,koştu…Hastaneye ulaştığında nefesi tıkanmıştı danışmadan eşinin kaldığı odanın numarasını öğrendi artık biliyorduki anlatılan doğruydu eşi yaralıydı ama neden?merdivenleri nasıl çıktığını hatırlamıyordu.Kapıya geldiğinde doktorları gördü.Kendisini tanıttı ve eşini görmek istediğini söyledi.Doktorlardan birisi başını öne eğdi “başınız sağolsun eşinizi kurtaramadık dedi adam aldatılmışlığın acısıylamı yoksa sevdiği içinmi bilinmez, bakamadı eşinin yüzüne son kez cenaze işlemlerini bile eşinin ailesine bıraktı.

Aradan 10 gün geçmişti adam iyiden iyiye yıpranmış,çökmüş,sanki hayattan elini eteğini çekmişti devamlı duvarda asılı duran karta bakıyordu o arada kapı çaldı. Genç bir kurye,büyük bir paket bıraktı kapının önüne.Gülümseyerek “doğum gününüz kutlu olsun efendim eşiniz 10 gün önce ayırdı hediyenizi ve bugün için size teslim etmemizi tembihledi.

Çok şanslısınız beyfendi dedi ve çıkıp gitti ne yapmalıydı bilmiyordu adam.Açtı kutuyu elleri titreyerek bir kazak vardı en üstte “çok beğenmiştin bu tazağı ama bana elbise alabilmek için vazgeçmiştin bundan güle güle kullan aşkım” yazılı bir kağıt iliştirilmişti bir paket daha vardı kutuda açtı…saatti bu.Yine bir yazı. “eve geleceğin zamanlar,geç kaldığın her dakika ölüm gibiydi.

Umarım artık geç kalmazsın” en alttada bir kart vardı.Sanki sonunu biliyormuş gibiydi yazdıkları “son olacak belki belkide hep yanında,hep birlikte kutlayacağız.Bizli nice yıllara aşkım”

Genç kadın,eşi için seçtiği hediyeleri,doğum gününde teslim edilmek üzere bırakmıştı mağazaya dönüşte şarjı bittiği için telefonu kapanmıştı.Yolun karşısındaki kulübeden eşini aramak istemişti merak etmesin diye ama hızla gelen arabayı farkedememişti…

2 Mart 2018 Cuma

Bir Babanın Oğullarına Son Öğüdü

hikaye, öğüt, kıssa, güzel hikaye, baba, oğullar, odun, güç, birlik, beraberlik


Bir Babanın Oğullarına Son Öğüdü
Bir adamın on iki erkek evladı varmış. Yıllarca çalışmış, didinmiş evlatlarını yetiştirmiş. Evlatlarına iyiyi, doğruyu, güzel ahlakı aşılamaya çalışmış. Ne yazık ki oğlanlar sürekli birbirleriyle didişiyorlarmış. Elbette ki kimseye kalmayan dünya ona da kalmayacakmış. Baba hastalanıp ölüm döşeğine düşmüş. Evlatları, babalarının başından bir an olsun ayrılmıyor; bir ihtiyacı, arzusu olursa yerine getirmek için birbirleriyle yarışıyorlarmış.

Ancak birbirleriyle didinmeden de duramıyorlarmış.

Baba içlerinden birini çağırıp kardeşlerini toplamasını istemiş. Kısa sürede on iki evlat babalarının başına toplanmış. Baba, her birinin bahçeye çıkıp, birer tane odun getirmesini istemiş. Ne çok ince ne çok kalın. Evlatlar babalarının isteğine bir anlam veremese de; bahçeye çıkıp birer tane odun bularak getirmişler. Tam ihtiyar adamın istediği gibi “Ne çok ince ne çok kalın”. Baba bir de ip isteyip; on iki evlattan gelen on iki odunu üst üste koyup birbirine gücü yettiğince bağlamış.
“Şimdi” demiş, “Söyleyin bakalım bunu hanginiz kırabilir?” Evlatlar sırayla birbirine bağlı bu odunları kırmayı denemiş. En güçlüleri de kendisini en sona saklamış. En güçlüleri de odunları kıramayınca baba; “O odunları geri verin bakalım beceriksizler” demiş. Odunları alıp tüm gücünü toplayarak yatakta doğrulmuş. Odunları bağlayan ipi çözüp, hepsini teker teker kırmış. Evlatlar içlerinden “Bu şekilde biz de kırardık” diye geçirse de, saygılı birer birey olarak yetiştirildiklerinden ses çıkarmamışlar. Baba saygıyla kendisine bakan evlatlarını teker teker süzüp, son öğüdünü vermeye başlamış:

– Bakın evlatlarım! Sizi her anlamda iyi birer evlat olarak yetiştirdim. Ama şu birbirinizle geçinememenize çok kızıyorum. Odun meselesine gelince; “Odunları bu şekilde biz de kırardık” diye düşündünüz değil mi? Evlatlarım hayat bir sınavdır bu da size, babanızın son sınavıydı. Gördüğünüz gibi birbirine bağlı odunları en güçlünüz bile kıramadı. Ancak odunları çözünce ne de kolay kırıldılar değil mi?

İşte siz de hayatta bu odunlar gibi birbirinize tutunursanız sizi kimse ezemez, kıramaz. Ancak birbirinize sahip çıkmazsanız ipi çözülen odunlar gibi teker kırılırsınız.

İşte bu babanızın size son öğüdüdür!

26 Kasım 2017 Pazar

KENDİ CENAZE NAMAZLARINI KILDILAR

çanakkale, çanakkale savaşı, kirte muharebeleri, cenaze namazı, osmanlı, türk, türk askeri, savaşçı, hikaye, güzel hikaye, kıssa

KENDİ CENAZE NAMAZLARINI KILDILAR
Çanakkale savaşında Kirte muharebeleri sırasında, bölükler arka sıralarda hücum sıralarını beklemektedirler. Ön siperdekiler ileri fırlamış boğuşuyorlar. Yüzbaşı hücum için emir bekliyor. Askerin tamamı süngü takmış siperden fırlamak için hazır. Sinirler gergin... Dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor, kelime-i şehadet getiriyor. Süre uzuyor. Yüzbaşı erlere sesleniyor: ” Yavrularım... Aslanlarım... Biraz sonra Cenâb-ı Rabbü’l-alem’in huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim... Haydi! Tüfeklerimizin dipçiklerine ellerimizi sürüp hep beraber teyemmüm edelim... “ Teyemmüm edilir... Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı; ” Çocuklarım... Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz... Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor. Hem onlar için hem de vakit varken kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım. Kabe karşımızda... “ Arkadan Oflu Ali Çavuş bağırır:
” Er kişi niyetine...
Niçin muharebe ettiklerinin farkında olan bu yiğitler, biraz sonra şehadet sırasının kendilerine geleceğini de biliyorlardı. Tek bir gayeleri vardı: Ezanlar susmamalı, vatan toprağı namert çizmeleri altında ezilmemeliydi...
O gün hepsinden vatan razı olmuştu.
O gün hepsi Bedr’in aslanları gibi çarpıştılar.
O gün hepsi Allah’ı arzu ettiler.
O gün hepsi Allah’a verdiği sözü tuttular.
O gün hepsi Allah’a kavuştular.
O gün hepsi aguşunu açmış onları bekleyen sevgili peygamberlerinin dizinin dibinde oturma şerefine nail oldular.

24 Kasım 2017 Cuma

Hz. Musa ve Allah ile münacatı

Hz. Musa, dini hikaye, güzel hikaye, kıssa, adalet

Hz. Musa ve Allah ile münacatı
Hz. Musa Tur dağına çıkıp Rabbine münacatta bulunurdu.
Bir münacatında:
- Ey Rabbim! Bana, kullarına uyguladığın adaletini göster, diye duâ etti. Allahu Teala:
- Ey Musa! Sen atılgan, cesur ve aceleci birisin; sabretmeye gücün yetmez“ dedi. Musa (Aleyhisselâm):
- Senin özel yardımınla sabredebilirim, dedi. Allah (Celle Celâluhû):
- O zaman filan yerdeki çeşmenin yanına git, çeşmenin hizasında, orayı görebilecek bir yere gizlen; kudretime ve gaybî ilmimde sırlarıma bak! buyurdu.
Musa (Aleyhisselâm) çeşmenin yakınlarındaki bir tepeciğe çıktı ve kendini gizleyerek çeşmede olacakları gözetlemeye başladı.
Biraz sonra çeşmeye bir atlı geldi. Adam atından indi, abdest aldı, suyunu içti. Kuşağına bağlı ve içinde bin dinar bulunan kesesini çözerek yan tarafına koydu. Namaz kıldı. Sonra, acele ile atına bindi; altın kesesini orada unutarak çekip gitti.
Atlıdan sonra çeşmeye küçük bir çocuk geldi; çeşmeden su içti, o esnada altın kesesini gördü, onu alarak gitti.
Çocuktan sonra çeşmeye ihtiyar ve kör olan bir adam geldi; su içti, abdest aldı ve namaz kıldı. O sırada atlı, altın kesesini düşürdüğünü anlayınca geri döndü. Çeşmenin yanında ihtiyar kör adamı görünce hemen yakasına yapışıp ona:
“Ben burada az önce bir para kesesi düşürdüm; kesemi bana ver! Çünkü buraya senden önce başka birisi gelmedi!” dedi. İhtiyar kör:
”Baksana ben yaşlı ve kör birisiyim! Nasıl olur da senin keseni görebilirim?” dedi. Atlı, yaşlı adamın sözüne inanmadı, kızdı; kılıcını çektiği gibi adamı orada öldürdü. Yaşlı adamın üzerinde kesesini aradı ama bulamadı. Atına binip tekrar yoluna koyuldu. Musa (Aleyhisselâm) o an daha fazla dayanamayarak:
“Ey Rabbim! Sabrım tükendi. Ben biliyorum ki sen en adilsin. Acaba bu gördüğüm şeylerin aslı nedir?” dedi. O esnada Cebrail (Aleyhisselâm) geldi ve şöyle dedi:
“Ey Musa! Allah (Celle Celâluhû) şöyle buyuruyor: ‘Ben senin bilmediklerini ve bütün gizlilikleri bilenim. Gördüklerine gelince:
- Keseyi alan küçük çocuk, hakkını ve kendisine ait olan malı aldı. Onun babası bu atlı adamın yanında ücretle çalışan bir işçiydi, ama parasını alamamış, alacakları birikmişti. İşte bu altınlar onun hakkıdır. Bu ihtiyar ise kör olmadan önce atlının babasını öldürmüştü. Bu da onu öldürerek (benim katımdaki) kısası uyguladı. Gördüğün gibi her hak sahibi hakkına kavuştu. Benim adaletim çok gizlidir.”
Bizler bu hikayeleri akıllı ve zeki insanlar düşünsünler, anlasınlar ve Allah’ın ilminden hiçbir şeyin gizli kalmayacağını bilsinler diye anlattık…
Yüce Allah (Celle Celâluhû) daha dünyada iken zalimden zulmünün hesabını sorar; cezasını verir. Bizler de: ‘Acaba bu bela ve musibet nereden başımıza geldi’ diye düşünür, işin aslından gafil kalırız.
KULA BELA GELMEZ HAK YAZMAYINCA
HAK BELA YAZMAZ KUL AZMAYINCA
HAK KULDAN İNTİKAM KUL İLE ALIR
DİN İRFAN BİLMEYEN BUNU KUL ETTİ SANIR

Kaynak : Yöneticilere Altın Öğütler İmam Gazali (Semerkand Yayıncılık)

23 Kasım 2017 Perşembe

SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZİ (SAS) RÜYAMDA GÖRDÜM

peygamberi rüyada görmek, hikaye, güzel hikaye, dini hikaye, kıssa, mecusi, hac görevi

ABDULLAH BİN MÜBAREK ANLATIYOR... OKUMADAN GEÇME

Kabe’ye yaptığım ziyaretlerden birinde Hz. İsmail’in makamına girmiş ve orada uyuya kalmıştım. Uyurken sevgili Peygamberimizi (sas) rüyamda gördüm. Bana şu emri veriyordu: “Hac ibadetini sona erdirip memleketin Bağdad’a döndüğünde falan mahalledeki mecusi (ateşperest) rahibini ziyaret et ve ona benden selam söyle. Ve ona Yüce Allah’ın kendisinden hoşnut olduğunu müjdele.” Bu sözleri söyledikten sonra Peygamber (sas) uykumdan kayboldu. Artık sesini duyamadım. Bir aralık uyandım. “La havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azim (Kuvvet ve kudret ancak yüce ve ulu Allah’ındır.)” diyerek bu rüya şeytanın vesvesesi olsa gerek dedim. Abdest aldım.
Kabe’yi tavaf ettim. Tekrar uyku bastı. Yine rüyamda aynı emri üç defa tekrarlayan sevgili Peygamberimizi gördüm. Bu defa rüyanın rahmani olduğuna kanaat getirmiştim. Hac ziyaretimi bitirip Bağdad’a dönünce ilk işim Peygamberimizin emanetini yerine getirmek üzere mecusi rahibini ziyarete gitmek oldu. İhtiyar adama önce şu soruyu sordum:
-Siz ateşperest rahibisiniz değil mi? Ben seni günahkar bir putperest bilir ve cehennemlik olacağına inanırdım. Sizin Allah’ın hoşnutluğuna kazanacak ameliniz var mı?
Adam mecusi bir rahipti ve ömrünü İslamiyette günah olan sapıkça şeyleri işleyerek geçirmişti. Çevresi tarafından da öyle bilinirdi. Hayat hikayesini anlatınca ömrünün neredeyse tamamını sapıklıkla geçirdiği anlaşılıyordu. Hikayesinin sonunda:
-Ama ben sonunda Müslüman oldum, dedi ve Müslüman olma hikayesini anlattı:
“Bir akşam karımda odamda yatıyordum. Kapım çalındı, içeriye Müslüman bir komşu kadın girdi. Ocağını tutuşturmak için elindeki lambayı, yanmakta olan kandilimden yakmak için geldiğini söyledi. Lambasını yakıp kapıdan çıkarken söndürdü ve tekrar yakmak üzere odama döndü. Aynı hareketi birkaç kere daha tekrarlayınca kadından şüphelenmeye başladım. Aklıma kötü şeyler gelmeye başladı. Acaba kadının elindeki lamba kapıya çıkınca rüzgar tarafından gerçekten söndürülüyor mu idi; yoksa kadın tekrar tekrar girebilmek için bir bahane mi icat ediyordu? Acaba bu kadın benim neler yaptığımı gözleyen ve evimin içinde bir şeyler arayan bir casus mudur, diye düşünmeye başladım. Anlaşılan kadın da şüphelendiğimi, içime kurt düştüğünü sezmiş olacak ki sonuncu seferinde yanan lambasını iyice koruyup sönmesine engel olarak kapımdan çıktı ve evinin yolunu tuttu. Bir defa içime endişe düşmüştü, ben de gizlice odamdan çıkarak kadını izlemeye başladım. Evinin kapısına varınca kadın içeri girdi. İçeriden küçücük çocukların dinmeyen ağlayışları arasında annelerine “açız açız yemek ver bize.” diye yalvardıklarını duydum. Kadın da çaresizlik içinde çocukları ile birlikte hüngür hüngür ağlıyordu. Kapıyı vurarak içeri girdim. Kadın beni karşısında görünce önce şaşa kaldı ve arkasından ziyaretimin sebebini sordu. Üst üste dönüp lamba yakmasından şüphelendiğim için gizlice peşinden geldiğimi, ağlama seslerini duyunca da içeri girdiğimi söyledim. Sözlerim bitince kadın derinden bir iç çekerek bana şu sözleri söyledi. “Yetim yavrularımla birlikte günlerden beri açız, buna rağmen günlerden beri bağrıma taş basıyor ve Allah’tan başkası önünde el açmanın küçüklüğüne katlanamıyordum. Fakat bugün sana gelirken sabrım iyice tükenmişti. Çocuklarıma bir şeyler istemeye kararlıydım. Ama bir türlü cesaret edip halimi sana açamadım. Bu şaşkınlık ve çaresizlik içinde kapı ile odan arasında dönüp durdum. Lambanın sönmesini de utangaçlığıma bahane ettim.”
Kadının bu sözleri bana çok tesir etmişti. Hemen eve gittim. Hazırda ne bulduysam alıp getirdim ve zavallı dula verdim. Kadının yüzüm gülümsemeye başladı ve yemeklik bir şeylerin eve girdiğini anlayan yetim yavruların çığlıkları da biraz hafifledi. Az önce içinden yaslı ağlayışlar yükselen evin kederi dinmiş yerine neşeli bir hava esmeye başlamıştı. O anda dara düşmüş komşunun sıkıntısına geçici olarak da olsa çare buldum diye içimde anlatılmaz derecede sevinç duydum.
Kadının onurunu koruma mücadelesi beni etkilemişti, önceki yaptıklarıma tövbe edip Müslüman oldum. Ama beni insanlar eski şöhretimden dolayı hala mecusi rahip olarak tanırlar.
Sözünün burasında rahibe “yeter söylediklerin bana kafidir.” diyerek sözünü kestim. İki cihan güneşi Peygamberimizin (sav) bu adama eden selam gönderdiğini iyice anlamıştım. İnsanlığa ömrü boyunca merhamet ve yardımseverliği öğretmeye çalışan yüce Peygamberimiz (sav) rahibin komşusuna gösterdiği yakınlığı pek beğenmişti. Yüce Allah (cc) cümlemizi komşularını yakından gözeten, sıkıştığı anlarda onların yardımlarına koşmayı vazife bilen kullarından eylesin, Amin!…

22 Kasım 2017 Çarşamba

Hamalın ibretlik duası

hikaye, güzel hikaye, dini hikaye, kıssa, hamal, dua, hayırlı dua,

Hamalın ibretlik duası

- Rızkını sırtında ağır yük taşıyarak kazanan hamalın biri namazlarında daima:

Ya Rabbi, bana ne vereceksen hayırlısını ver, bir ekmek de olsa

Hayırlısından ihsan eyle, diye dua ediyormuş
Adamın hep aynı duayı tekrarlaması, yanındakilerin dikkatini çekmiş.

Nihayet biri, bir gün sormadan edememiş:

Kardeşim, sen her namazdan sonra duada: " Ya Rabbi, bana ne vereceksen hayırlısını ver, bir ekmek de olsa yine hayırlısından ihsan eyle" diye yalvarıyorsun. Ekmeğin hayırsızı da mı olur ki?

Hamal cevap vermiş: Birader, benim başıma geleni bir bilsen sen de aynı duayı tekrarlamaktan kendini alamazsın.

Yanındakiler iyice meraklanmışlar: Neymiş başına gelen, anlat da biz de duyalım.

Hamal, bakın başıma ne geldi, diyerek başlamış anlatmaya: Ben ekmeğini sırtındaki ağır yüklerin altında inleyerek kazanan bir insanım. Bir gün yine bir yokuş yukarı sırtımda ağır yükle çıkarken fena halde yorulduğumdan sırtımdaki yükü yere indirdim. Alnımdan damlayan terleri silerken içimden bir feryat koptu, dedim ki:
"Hey Ya Rabbi, yediğim ekmeği bana ne kadar da zor veriyorsun. Ne olur, bu bir ekmeği şöyle oturduğum yerden kazanmayı ihsan eylesen de, böyle kan ter içinde kalmasam.

Tam bu dua ağzımdan çıkar çıkmaz, birden karşımda iki kişinin sille tokat dövüştüklerini gördüm. Dayanamadım, aralarına girip ayırırken birinden yediğim bir yumrukla yüzüm kan revan içinde kaldı, işte o sırada gelen polisler, beni de kavgacılardan biri zannederek doğruca hapse attılar.

Mahkemeye çıkıncaya kadar yattığım hapiste her gün bana ekmek veriliyordu. Sırtüstü yattığım yerde ayağıma gelen bu ekmeği sıkıntı ve üzüntüden yiyemiyordum. Kendi kendime diyordum ki, işte ne sırtında yük taşıyorsun, ne de alnından öyle soğuk terler akıyor. Sana oturduğun yerde bedavadan gelen ekmek. Zevkle yesen ya… Ne var ki, dışarıda çalışarak alın teriyle kazandığım o ekmek, hapiste ayağıma gelen bu bedava ekmekten çok daha huzur verici ve lezzetliydi.

O zaman anladım ki, ben yanlış dua etmişim. Oturduğum yerden bir ekmek ver demişim, ama hayırlısından ver dememişim. İşte o günden bu yana dualarımda isteğimi değiştirdim.

Rabbimden zahmetli de olsa hayırlısını, huzurlusunu vermesini niyaz ediyorum.

21 Kasım 2017 Salı

KUL HAKKI (Muhteşem bir dini hikaye)

kul hakkı, şehit, dini hikaye

KUL HAKKI (Muhteşem bir dini hikaye)

Abdülkadir iki aylık hamile eşi ile sabah kahvaltısı yaparken,

Minarelerden acı acı Salâlar veriliyor ve ardından..

Komşu kasabaya düşmanın baskın yaptığı bildiriliyor ve Allah aşkına eli silah tutanların Merkez Câmii önünde toplanması isteniyordu.

Bir anda tıkanan ve ağzındaki lokmayı güçlükle yutan genç, eşine dönerek; “Düşman, benim din kardeşlerime saldırırken..

Ben evde oturamam! Ne olur bana hakkını helal et” diyor ve silahını kaptığı gibi Merkez Câmiinin önüne gidiyor.

Aylar sonra eşinin şehit haberini alan genç hanım, ben bu acıya dayanamam diye bağırıp çağıracağı anda Hazret-i Âmine’nin de Peygamberimizi babasız doğurduğunu hatırlayınca!..

“Allah’ım bana sabır ver. Âhirette eşimden ayırma ve karnımdaki yavrumu sâlihlerden eyle” diye dua ediyor.

Aradan aylar geçiyor ve ana karnında yetim kalan çocuk dünyaya geliyor.

Beş yaşına kadar annesinin yanından hiç ayrılmayan ve Baba diye bir şey bilmeyen çocuk, beş yaşından sonra dışa- rı çıkmaya başlıyor ve yaşıtlarının “Baba! Baba!” diye birilerine koştuklarını görünce, ağlayarak eve geliyor ve annesine…

“Anne! Arkadaşlarımın hepsinin babaları var da neden benim babam yok?” diye soruyor.

Bir anda çok duygulanan ve göz yaşlarını tutamayan an- nesi; “Yavrum! Senin de baban var ama çok uzaklara gitti” diye cevap veriyor.

Ara sıra aynı soruyu soran ve aynı cevabı alan çocuk, zamanla gerçeği öğreniyor ve annesini üzmemek için bu konuyu kapatıyor.


Aradan yıllar geçiyor ve çocuk 12 yaşına gelince eline bir şiir geçiyor. Bu şiirde kendini bulan çocuk, eve gelip odasına kapanıyor ve ağlayarak okumaya başlıyor.

Anne! Anne! Babam yok mu? Nerde kaldı gelmedi? Gözlerimden akan yaşı, hiç kimseler silmedi!

Ben büyüdüm, beni görüp murâdına ermedi! Geçti anam, geçti artık, ağlamanın zamanı

Çok bayramlar geldi geçti, bir elbise görmedim! Çok geceler aç yattım, hiç kimseler bilmedi!...

Yavrusunun okuduğu şiiri dışarıda gizlice dinleyen ve çok duygulanan anne, birden içeri giriyor ve yavrusunun boynuna sarılıp ağlamaya başlıyor.

Ana-oğul ağlaşırken bir ara uykuya dalan çocuk, rüyâsında babasını görüyor ve “Baba! Sen ölmedin mi?” diye soruyor.

Babası; “Yavrum ben ölmedim! Ben şehit oldum! Şehitler ölmez ki” diyor ve sonra,

“Üstünde kul hakkı olmayan arkadaşlarım, diledikleri an Cennet’in içene girip gezerken,

Benim üstümde kul hakkı olduğundan, Cennet’in kapısına kadar gittiğim halde içeri giremiyorum!”

Çocuk; “Babacığım! Üstünde nasıl bir kul hakkı var” deyince, babası; “Komşumuz Hasan Amca’ndan ödünç olarak bir tas un al- mıştım. Onu ödeyemeden şehit oldum. Annen o tası biliyor” diyor.

Sevinçle uyanan çocuk, “Anne! Ben babamı gördüm. Babam ölmemiş, şehit olmuş” diyor, gördüğü rüyâyı anlatıyor ve sonra..

“Anneciğim, o tasa un doldur da Hasan Amca’ya götüreyim, babam Cennet’e girsin” diyor.

Annesi tası hazırlayınca, koşarak Hasan amcasına gidiyor, gördüğü rüyâyı anlatıyor ve “Hasan Amca, ne olur babama hak- kını helal eder misin?” deyince,

Hasan Amca ağlayarak çocuğu kucaklıyor. “Unu aldım, kabul ettim, babanın borcu ödendi ve ona bütün hakkım helal ol- sun” diyor.

Sonra, “Bu benden size hediye olsun” diye, elindeki un dolu tası tekrar çocuğa veriyor. Ayrıca o anda cebinde ne kadar parası varsa, hepsini çocuğun cebine koyuyor.

17 Ekim 2017 Salı

25 Eylül 2017 Pazartesi

BUNDA DA BİR HAYIR VARDIR

yerli, kabile, ilkel kavim, yamyam, et yiyenler, hikaye
BUNDA DA BİR HAYIR VARDIR... Bir zamanlar Afrika’daki bir ülkede hüküm süren bir kral varmış. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazmış. Nereye gitse onu da beraberinde götürürmüş. Kralın bu arkadaşının ise sıradışı bir alışkanlığı varmış. İster kendi başına gelmiş olsun,ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep “Bunda da bir hayır var!” dermiş. Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıkmışlar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da avlanıyormuş. Arkadaşı , tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yapmış ve kral ateş ederken tüfeği geri tepmiş, kralın başparmağı kopmuş. Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü söylemiş: “Bunda da bir hayır var!” Kral acı ve öfkeyle bağırmış: “Bunda hayır falan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu!” Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırmış. Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyormuş. Yamyamlar onları ele geçirip köylerine götürmüşler. Ellerini, ayaklarını bağlayıp köy meydanında yaktıkları kocaman ateşin başında toplanmışlar. Kral ve adamlarını pişirmeye hazırlanıyorlarmış ki , kabile reisi, kralın başparmağının olmadığını farketmiş. Kabilenin, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanlar yenmiyormuş. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlarmış. Korkuyla, kralı çözmüş, serbest bırakmışlar. Diğer adamları ise pişirip yemişler. Kral , kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini düşündükçe,onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman olmuş. Hemen zindana , arkadaşının yanına koşmuş ve başından geçenleri bir bir anlatmış.”Haklıymışsın! Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.Yaptığım bu haksızlıktan ötürü beni affetmeni istiyorum.” “Hayır” diye karşılık vermiş arkadaşı. “Bunda da bir hayır var… ve asıl ben size teşekkür etmeliyim.” “Ne diyorsun Allah aşkına?” diye haykırmış kral. “En yakın arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir?” Arkadaşı yanıt vermiş; “Düşünsenize, ben zindanda olmasaydım, sizinle birlikte avda olurdum…Ve sonra!!!…”

7 Ağustos 2017 Pazartesi

OSMANLI KISSA GÜZEL CEVAP...

osmanlı, savaş meydanı, savaş, toplar, silah, bayrak, sancak, osmanlı savaşları,
YAVUZ SULTAN SELİM HAN'IN KURTBAY'A VERDİĞİ GÜZEL CEVAP...

“Yavuz Sultan Selim Han, Mısır’ı aldığından esir düşen kumandanlardan Kurtbay’ı huzuruna getirttirir.
Kurtbay’a:

- Kurtbay, yiğitlik ve cesaretine cidden hayran oldum. Sinanıma (Sinan Paşa) ve orduma yaptığını da biliyorum. Lakin imdi senin şecaat ve cesaretin neye yaradı. Akıbet, memleketinizi kaybettiniz. O bahadırhane saldırışlar ne oldu? Ol şecaat nerdedür, dedi.

Kurtbay:

- Hünkârım! Allah’a şükür, şecaat ve cesaretim bakidür. Lakin memketimizi siz kendi bahadırlığınız ve yiğitliğinizle almadınız. Bize ne yaptı ise ölüm saçan o menfur toplarınız yaptı. Onlar memleketimizin kaybına sebep oldu, dedikten sonra şöyle ilave etti:
- Sultan Kansu zamanında bir Berberi, Venedik’ten top getirip Mısır’a satmak istedi. Fakat rical-i devlet, Peygamber Efendimiz’ (s.av.)’in “Kılınç ve ok kullanınız” emr-i şerifine aykırı görerek bu topları almadı. O zaman o Berberi zat: “Yaşayan görecektir ki, bu memleket, bu toplara sahip olan bir millet tarafından elinizden alınacaktır” diye bağırmıştı. Görünen o ki Berberi haklı imiş, dedi.

Bunun üzerine, Yavuz Sultan Selim Han:
- Kudret ve kuvvet Cenab-ı Hakk’ındır, amenna. Kur’an ve sünnete bu kadar bağlı iken neden Resulullah Efendimizin (s.a.v) “Silaha aynı silahla karşılık veriniz” şeklindeki emr-i şerifini yerine getirmediniz. 900 sene geçti. O zaman kılınç ve ok devri idi. Şimdi top devridir, dedi.”

(Kaynak: İrfantakvimleri)

23 Haziran 2017 Cuma

OSMANLI'DAN HİKAYE

papuç, ayakkabı, portal, postal, çocuk ayakkabısı, osmanlı ayakkabısı, deri ayakkabı, çizme,
GÜZEL BİR ŞÜKRAN İFADESİ...
Güney Arnavutluk’ta fakir bir kadın vardı. Bir kış günü gariban bir çocuğun perişan hâline dayanamayarak ona bir çift eski partal ayakkabı verdi.
Zaman geldi bu çocuk devşirme usûlüyle Osmanlı sarayına girdi. Orada yükseldi ve Ayaz Paşa ismiyle meşhur oldu.
Ancak Ayaz Paşa eski günlerini unutmamış, o eski pabuçlarını da bir yere saklamıştı. Paşa olunca bu pabuçların içini altınla doldurdu ve bir şükran ifâdesi olarak o fakir kadına gönderdi...
(Kaynak: İlber Ortaylı, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, s. 30)