Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Oruç, bir kalkandır.” (Tirmizi, Deavât, 86)
Oruç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Oruç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
12 Nisan 2023 Çarşamba
13 Ekim 2022 Perşembe
NİYE HEP TAKKE DÜŞÜNCE KEL GÖRÜNÜR?
NİYE HEP TAKKE DÜŞÜNCE KEL GÖRÜNÜR?
İslam'ın ilk şartı ihtiyarlığa şehadet getirerek hacca gitmektir. Niye mi?
Zira "Namaza ne zaman başlayacaksın? Günahları ne zaman terk edeceksin" diye sorduklarında "Daha genciz. Hele yaşlanalım. Emekli olalim. Hacca gidelim de ondan sonra" diye cevap veririz. Yani belimiz bükülmeyden rüku, gözümüz toprağa bakar hâle gelmeden secde bilmeyiz. Ağzımızda diş kalmadan oruç tutmaz, bedenimizde servetimizi harcayacak iş kalmadan zekât vermeyiz... Vesaire vesaire...
Yani saçlarımız gürken takke tutmaz kafamız. Bu yüzden olsa gerek, hep takke düşünce kel görünür. Bilmeyiz ki, müslümanlığı Kelime-i Şehadetle bir kere "ihtiyar edenin" (İhtiyar etmek: Arapca seçmek) İslam'ı ikinci kez "ihtiyar etmeye" hakkı yoktur. Zira Allah-u Teala Hazretleri "Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et" buyurur.
Başa dönüp "böyle bi hac kabul olur mu? sorusuna
cevap vermek haddimize değil ama "olan ÖMRE oluyor" demekten de kendimizi alamıyoruz.
Sonra da çıkıp diyoruz ki bu ümmetin gözü niye hep YAŞLI... "DİNlenmeyi" emekli olduktan sonraki hayatın "dinlenme" çağına ertelediğimiz için de emeklemekten öteye geçemiyoruz hâliyle.
"AHİR ZAMAN MÜSLÜMANLIĞI" tam da bu olsa gerek. Efendim kimseyi kınamıyoruz. Sözümüz zaten nefsimize. Sadece hayatın üzerinde son "kul"lanma tarihinin yazmadığına dikkat çekmek istedik. Ya biz "kul"lanmadan hayatımızın kullanım tarihi sona ererse... Allah muhafaza...
Genç Farsça "hazine" demek. Ne mutlu! Hazinesini "İKİ ALTI"NIN* rızasıyla değişene. Arşın gölgesine geçene...
Gençlere hazine dediğimiz için ihtiyarlarımız alınmasın. Zira ihtiyar Arapça "seçkin" demektir. Ne mutlu!Tövbenin YAŞLI gözlerine... Yeniden Âdem adını seçene...
Osman YAZICI
*İKİ ALTI: Allah Lafz-i Celalinin ebcet değeri 66'dır. Yani 66 "İKİ ALTI"NIN ifadesidir.
İslam'ın ilk şartı ihtiyarlığa şehadet getirerek hacca gitmektir. Niye mi?
Zira "Namaza ne zaman başlayacaksın? Günahları ne zaman terk edeceksin" diye sorduklarında "Daha genciz. Hele yaşlanalım. Emekli olalim. Hacca gidelim de ondan sonra" diye cevap veririz. Yani belimiz bükülmeyden rüku, gözümüz toprağa bakar hâle gelmeden secde bilmeyiz. Ağzımızda diş kalmadan oruç tutmaz, bedenimizde servetimizi harcayacak iş kalmadan zekât vermeyiz... Vesaire vesaire...
Yani saçlarımız gürken takke tutmaz kafamız. Bu yüzden olsa gerek, hep takke düşünce kel görünür. Bilmeyiz ki, müslümanlığı Kelime-i Şehadetle bir kere "ihtiyar edenin" (İhtiyar etmek: Arapca seçmek) İslam'ı ikinci kez "ihtiyar etmeye" hakkı yoktur. Zira Allah-u Teala Hazretleri "Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et" buyurur.
Başa dönüp "böyle bi hac kabul olur mu? sorusuna
cevap vermek haddimize değil ama "olan ÖMRE oluyor" demekten de kendimizi alamıyoruz.
Sonra da çıkıp diyoruz ki bu ümmetin gözü niye hep YAŞLI... "DİNlenmeyi" emekli olduktan sonraki hayatın "dinlenme" çağına ertelediğimiz için de emeklemekten öteye geçemiyoruz hâliyle.
"AHİR ZAMAN MÜSLÜMANLIĞI" tam da bu olsa gerek. Efendim kimseyi kınamıyoruz. Sözümüz zaten nefsimize. Sadece hayatın üzerinde son "kul"lanma tarihinin yazmadığına dikkat çekmek istedik. Ya biz "kul"lanmadan hayatımızın kullanım tarihi sona ererse... Allah muhafaza...
Genç Farsça "hazine" demek. Ne mutlu! Hazinesini "İKİ ALTI"NIN* rızasıyla değişene. Arşın gölgesine geçene...
Gençlere hazine dediğimiz için ihtiyarlarımız alınmasın. Zira ihtiyar Arapça "seçkin" demektir. Ne mutlu!Tövbenin YAŞLI gözlerine... Yeniden Âdem adını seçene...
Osman YAZICI
*İKİ ALTI: Allah Lafz-i Celalinin ebcet değeri 66'dır. Yani 66 "İKİ ALTI"NIN ifadesidir.
Labels:
ahir zaman,
dinlenme,
emekli,
EYT,
günah,
hac,
kalime-i şehadet,
lafzı Cemil,
Namaz,
namaz takkesi,
NİYE HEP TAKKE DÜŞÜNCE KEL GÖRÜNÜR,
orjinal içerik,
Oruç,
OSMAN YAZICI,
sevap,
takke,
umre,
Zekat
7 Ekim 2022 Cuma
DİLİN MUADİLİ YOKTUR
DİLİN MUADİLİ YOKTUR
Keskinliği kılıçta, zehri yılanda bile bulunmaz. Gönülde açtığı yaralara Lokman Hekim çare bulamaz. Arkadan çekiştirmeyle edindiği yırtıcılığı, 'ölü kardeş eti' yemesindeki ağzı kanlılığı leş yiyen hayvanlarda dahi yoktur. Deprem yıkıcı gücünden çekinir. Yalakalık salyaları köpeklerin su ihtiyacını giderir. Alayıyla komedyenlerin alayına meslek bıraktırır. Pabuç gibidir; şeytana pabucu ters giydirir, tilkinin pabucunu da dama atar. Eşi yoktur ama numarası çoktur...
Tatlılığı yanında bal yüzünü ekşitir, içler acısı duruma düşer. Narasından dağlar titrer. İpek yumuşaklığını kıskanır. Tesellisiyle kalp dostudur. Nağmeleri kuşları dut yemiş bülbüle çevirir. Şefkati ifşa, aşkı ilan eder. Doğruluk ve barıştırıcılığıyla yalanı yalan, kavgayı talan eder. Hayatın en belirginidir gayrısını falan filan eder...
İnsanı diğer canlılardan ayıran en büyük özelliği dili yani konuşmasıdır. Gönül dili, beden dili, söz dilini aynı anda fıtratına uygun konuşturan "üç lisan üç insan"dır ve "dillere destan"dır. İnsanların parmak izi gibi dil izi de farklıdır. İnsanın şahsiyeti, milliyeti, dini dilinden anlaşılır; dil izinden takip edilir.
Dilimizde yara veya hastalık varsa umutsuz olmayalım. Yeter ki onu iyileştirmeye gayret edelim. Zira uzuvlar arasında kendi kendini en kısa sürede tamir eden organ dildir. Unutmayalım ki dilin muadili yoktur. Zira bir dil bir insandır. Dilini tutan kazandı. Zira onun yerini tutan yok...
“İyiliğe iyilik her kişinin, kötülüğe iyilik er kişinin kârıdır” demiş büyüklerimiz. Er kişiler, "bayramlık ağzı"nı açana şeker, baklava, bayramlaşma, kucaklaşma, sevgi ve dostlukla tatlanmış “bayramlık ağızlarını” açarlar. Ya da; yenilir yutulur olmayan-ağza alınmayacak sözler karşısında “zaten niyetliyim” diyerek "oruç ağız"larını kapalı tutarlar. Ayrıca, bu er kişiler; sivri-acı olan biber dilin sözlerini “dost acı söyler” kantarında tartmaktan da geri durmazlar. Kısacası bu deryadiller, acı dile acı biber sürmezler.
"Dil baltası"na tam gaz vererek çok ileri gidene, "dil balatası" ve "dil bal tası"yla karşılık verenin lafının üstüne laf yok…
Osman YAZICI
Keskinliği kılıçta, zehri yılanda bile bulunmaz. Gönülde açtığı yaralara Lokman Hekim çare bulamaz. Arkadan çekiştirmeyle edindiği yırtıcılığı, 'ölü kardeş eti' yemesindeki ağzı kanlılığı leş yiyen hayvanlarda dahi yoktur. Deprem yıkıcı gücünden çekinir. Yalakalık salyaları köpeklerin su ihtiyacını giderir. Alayıyla komedyenlerin alayına meslek bıraktırır. Pabuç gibidir; şeytana pabucu ters giydirir, tilkinin pabucunu da dama atar. Eşi yoktur ama numarası çoktur...
Tatlılığı yanında bal yüzünü ekşitir, içler acısı duruma düşer. Narasından dağlar titrer. İpek yumuşaklığını kıskanır. Tesellisiyle kalp dostudur. Nağmeleri kuşları dut yemiş bülbüle çevirir. Şefkati ifşa, aşkı ilan eder. Doğruluk ve barıştırıcılığıyla yalanı yalan, kavgayı talan eder. Hayatın en belirginidir gayrısını falan filan eder...
İnsanı diğer canlılardan ayıran en büyük özelliği dili yani konuşmasıdır. Gönül dili, beden dili, söz dilini aynı anda fıtratına uygun konuşturan "üç lisan üç insan"dır ve "dillere destan"dır. İnsanların parmak izi gibi dil izi de farklıdır. İnsanın şahsiyeti, milliyeti, dini dilinden anlaşılır; dil izinden takip edilir.
Dilimizde yara veya hastalık varsa umutsuz olmayalım. Yeter ki onu iyileştirmeye gayret edelim. Zira uzuvlar arasında kendi kendini en kısa sürede tamir eden organ dildir. Unutmayalım ki dilin muadili yoktur. Zira bir dil bir insandır. Dilini tutan kazandı. Zira onun yerini tutan yok...
“İyiliğe iyilik her kişinin, kötülüğe iyilik er kişinin kârıdır” demiş büyüklerimiz. Er kişiler, "bayramlık ağzı"nı açana şeker, baklava, bayramlaşma, kucaklaşma, sevgi ve dostlukla tatlanmış “bayramlık ağızlarını” açarlar. Ya da; yenilir yutulur olmayan-ağza alınmayacak sözler karşısında “zaten niyetliyim” diyerek "oruç ağız"larını kapalı tutarlar. Ayrıca, bu er kişiler; sivri-acı olan biber dilin sözlerini “dost acı söyler” kantarında tartmaktan da geri durmazlar. Kısacası bu deryadiller, acı dile acı biber sürmezler.
"Dil baltası"na tam gaz vererek çok ileri gidene, "dil balatası" ve "dil bal tası"yla karşılık verenin lafının üstüne laf yok…
Osman YAZICI
25 Eylül 2022 Pazar
RAMAZÂN AYININ FÂZİLETİ
RAMAZÂN AYININ FÂZİLETİ
Bir hadîs-i şerîfte:
Allahü teâlâ benim ümmetime, Ramazân-ı Şerîfte, beş şey ihsân eder ki, bunları hiçbir Peygambere vermemiştir.
1- Ramazanın birinci gecesi, Allahü teâlâ mü’minlere rahmet eder. Rahmatle baktığı kuluna hiç azâb etmez.
2- İftâr zamanında, oruçlunun ağız kokusu Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir.
3- Melekler, Ramazânın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların af olması için düâ eder.
4- Allahü teâlâ, oruç tutanlara, âhırette vermek için, Ramazân-ı şerîfte Cennetde yer tâyin eder.
5- Ramazân-ı Şerîfin son günü oruç tutan mü’minlerin hepsini af eder.” buyrulmuştur.
4 Aralık 2016 Pazar
İSLAM'IN GEREĞİ...
“İnsanlara 'dinin ne? namazın var mı? oruç tutuyor musun?' gibi; Allah’ın soracağı sorular sormayacaksınız.! İnsanlara 'aç mısın? ne ihtiyacın var? bir sorunun var mı?' gibi; kulun, kula soracağı sorular soracaksınız.!”
(Fâtih Sultan Mehmed Hân)
22 Kasım 2016 Salı
ÖZLÜ SÖZLER
“İnsanlara 'dinin ne? namazın var mı? oruç tutuyor musun?' gibi; Allah’ın soracağı sorular sormayacaksınız.! İnsanlara 'aç mısın? ne ihtiyacın var? bir sorunun var mı?' gibi; kulun, kula soracağı sorular soracaksınız.!”(Fâtih Sultan Mehmed Hân)
3 Ekim 2016 Pazartesi
MUHARREM AYI ve AŞURE GÜNÜ
Labels:
Abdulkadir Geylani,
aşure,
aşure günü,
Aziz,
Celil,
fazilet,
Hadisi Şerif,
Hz. Hüseyin,
Hz. Muhammed,
İmamı Gazali,
Muharrem,
muharrem ayı,
Oruç,
sahih-i buhari,
Taberani,
tirmizi,
zilhicce
16 Haziran 2016 Perşembe
HASTALIKLARA REÇETE
''Gelecekte doktorların hastalarına yazacakları reçete, müslümanların kıldığı NAMAZ ve tuttuğu ORUÇ olacaktır.''
(George Bernard)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)