Osmanlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Şubat 2018 Cuma

Fatih'in Meşhur Sözü

istanbul, islambol, Fatih, Fatih Sultan Mehmet Han, Osmanlı, ordu, fetih, büyük ordu, savaş meydanı, güzel sözler, özlü sözler, anlamlı sözler

Üstümüze kılıç çekilmedikçe,

Vatanımıza girilmedikçe,
Milletimize cefa edilmedikçe,
Bizden kimseye zarar gelmez!

(Fatih Sultan Mehmet Han)

26 Kasım 2017 Pazar

KENDİ CENAZE NAMAZLARINI KILDILAR

çanakkale, çanakkale savaşı, kirte muharebeleri, cenaze namazı, osmanlı, türk, türk askeri, savaşçı, hikaye, güzel hikaye, kıssa

KENDİ CENAZE NAMAZLARINI KILDILAR
Çanakkale savaşında Kirte muharebeleri sırasında, bölükler arka sıralarda hücum sıralarını beklemektedirler. Ön siperdekiler ileri fırlamış boğuşuyorlar. Yüzbaşı hücum için emir bekliyor. Askerin tamamı süngü takmış siperden fırlamak için hazır. Sinirler gergin... Dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor, kelime-i şehadet getiriyor. Süre uzuyor. Yüzbaşı erlere sesleniyor: ” Yavrularım... Aslanlarım... Biraz sonra Cenâb-ı Rabbü’l-alem’in huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim... Haydi! Tüfeklerimizin dipçiklerine ellerimizi sürüp hep beraber teyemmüm edelim... “ Teyemmüm edilir... Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı; ” Çocuklarım... Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz... Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor. Hem onlar için hem de vakit varken kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım. Kabe karşımızda... “ Arkadan Oflu Ali Çavuş bağırır:
” Er kişi niyetine...
Niçin muharebe ettiklerinin farkında olan bu yiğitler, biraz sonra şehadet sırasının kendilerine geleceğini de biliyorlardı. Tek bir gayeleri vardı: Ezanlar susmamalı, vatan toprağı namert çizmeleri altında ezilmemeliydi...
O gün hepsinden vatan razı olmuştu.
O gün hepsi Bedr’in aslanları gibi çarpıştılar.
O gün hepsi Allah’ı arzu ettiler.
O gün hepsi Allah’a verdiği sözü tuttular.
O gün hepsi Allah’a kavuştular.
O gün hepsi aguşunu açmış onları bekleyen sevgili peygamberlerinin dizinin dibinde oturma şerefine nail oldular.

7 Ağustos 2017 Pazartesi

OSMANLI KISSA GÜZEL CEVAP...

osmanlı, savaş meydanı, savaş, toplar, silah, bayrak, sancak, osmanlı savaşları,
YAVUZ SULTAN SELİM HAN'IN KURTBAY'A VERDİĞİ GÜZEL CEVAP...

“Yavuz Sultan Selim Han, Mısır’ı aldığından esir düşen kumandanlardan Kurtbay’ı huzuruna getirttirir.
Kurtbay’a:

- Kurtbay, yiğitlik ve cesaretine cidden hayran oldum. Sinanıma (Sinan Paşa) ve orduma yaptığını da biliyorum. Lakin imdi senin şecaat ve cesaretin neye yaradı. Akıbet, memleketinizi kaybettiniz. O bahadırhane saldırışlar ne oldu? Ol şecaat nerdedür, dedi.

Kurtbay:

- Hünkârım! Allah’a şükür, şecaat ve cesaretim bakidür. Lakin memketimizi siz kendi bahadırlığınız ve yiğitliğinizle almadınız. Bize ne yaptı ise ölüm saçan o menfur toplarınız yaptı. Onlar memleketimizin kaybına sebep oldu, dedikten sonra şöyle ilave etti:
- Sultan Kansu zamanında bir Berberi, Venedik’ten top getirip Mısır’a satmak istedi. Fakat rical-i devlet, Peygamber Efendimiz’ (s.av.)’in “Kılınç ve ok kullanınız” emr-i şerifine aykırı görerek bu topları almadı. O zaman o Berberi zat: “Yaşayan görecektir ki, bu memleket, bu toplara sahip olan bir millet tarafından elinizden alınacaktır” diye bağırmıştı. Görünen o ki Berberi haklı imiş, dedi.

Bunun üzerine, Yavuz Sultan Selim Han:
- Kudret ve kuvvet Cenab-ı Hakk’ındır, amenna. Kur’an ve sünnete bu kadar bağlı iken neden Resulullah Efendimizin (s.a.v) “Silaha aynı silahla karşılık veriniz” şeklindeki emr-i şerifini yerine getirmediniz. 900 sene geçti. O zaman kılınç ve ok devri idi. Şimdi top devridir, dedi.”

(Kaynak: İrfantakvimleri)

22 Temmuz 2017 Cumartesi

ADALET = DEVLET

osmanlı, padişah, sultan, şehzade, fatih, fatih sultan mehmet, istanbul, islambol
"Kadıyı satın aldığın gün ADALET ölür, adaleti öldürdüğün gün DEVLET de ölür."
(Fatih Sultan Mehmet Han)

23 Haziran 2017 Cuma

OSMANLI'DAN HİKAYE

papuç, ayakkabı, portal, postal, çocuk ayakkabısı, osmanlı ayakkabısı, deri ayakkabı, çizme,
GÜZEL BİR ŞÜKRAN İFADESİ...
Güney Arnavutluk’ta fakir bir kadın vardı. Bir kış günü gariban bir çocuğun perişan hâline dayanamayarak ona bir çift eski partal ayakkabı verdi.
Zaman geldi bu çocuk devşirme usûlüyle Osmanlı sarayına girdi. Orada yükseldi ve Ayaz Paşa ismiyle meşhur oldu.
Ancak Ayaz Paşa eski günlerini unutmamış, o eski pabuçlarını da bir yere saklamıştı. Paşa olunca bu pabuçların içini altınla doldurdu ve bir şükran ifâdesi olarak o fakir kadına gönderdi...
(Kaynak: İlber Ortaylı, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, s. 30)

10 Mayıs 2017 Çarşamba

RÜYADA EMİR ALMAK...

muhteşem yüzyıl, muhteşem sultan, kanuni, Sultan Süleyman, padişah, osmanlı,
KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN'IN RÜYASINDA ALDIĞI EMİR...

Osmanlı eserlerinde Kanuni Sultan Süleyman’ın rüyasında Peygamberimizi (SAS) gördüğü ve Peygamberimizin (SAS) ona şöyle buyurduğu nakledilmektedir.
“Belgrad, Rodos ve Bağdat kalelerini fethedesin sonra benim şehrimi imar edesin.”

Kanuni Sultan Süleyman Rüyasında Peygamberden (SAS) aldığı emir üzerine haremeyn-imar ve iskan projesini başlatmış, hatta vasiyetinde şahsi servetiyle, hacılar için su getirilmesi içim bir vakıf kurulmasını tayin etmiştir. Medine’nin etrafının surlarla çevrilmesinden sonra Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihriban Sultan, Arafat’ta bulunan ayn-ı Zübeyde suyunu, Mekke-i Mükerreme’ye ulaştırarak, şehri suya kavuşturmuştur...

(Kaynak: Osmanlı'da Peygamber Sevgisi)

7 Nisan 2017 Cuma

YAVUZ SULTAN SELİM HAN VE ELMA KONTROLÜ...

at, kılıç, osmanlı, osmanlı ordusu, yavuz sultan selim, han, padişah,
YAVUZ SULTAN SELİM HAN VE ELMA KONTROLÜ...

Yavuz Sultan Selim Hân, Mısır’ı fethetmek için İstanbul’dan yola çıkmıştı. Ordu saatlerce bağ ve bahçelik yerlerden geçti. Her taraf meyvelikti. Tam Gebze’ye gelindiği zaman ordunun dinlenmesi için mola verildi. 

Yavuz Sultan Selim Hân Yeniçeri Ağasını çağırtıp dedi ki: 

- Canım bir elma istedi, bana elma bul! 

Yeniçeri Ağası elma aradı bulamadı. Geri gelerek arzetti: 

- Padişahım, bir tek elma dahi bulamadım. 

Yavuz Sultan Selim Hân ısrar edip dedi ki: 

“Padişahımız hastalanmıştır, hastalığın iyileşmesi elma yemesine bağlıdır. Kimde bir tane varsa mükâfatlandırılacaktır.” diye ilân verin. 

Bu emir yerine getirildi. Fakat hiçbir asker elma getiremeyince Yavuz Sultan Selim Hân buyurdu ki: 

“Eğer bir askerimin üstünde halkın bahçelerinden koparılmış bir tek elma çıkmış olsa idi, bu Mısır seferinden vaz geçecektim. Bunu ordunun ahlâkını tecrübe için yaptım.” 

(Kaynak: Türkiye Çocuk Dergisi - Tarihten Bir Yaprak)

20 Mart 2017 Pazartesi

4. MURAD HAN RÜŞVETÇİYİ NASIL YAKALADI?

4. Murad han, Murad Han, padişah, kılıç, osmanlı,
DÖRDÜNCÜ MURAD HAN RÜŞVETÇİYİ NASIL YAKALADI?

Bir gün Sultan Dördüncü Murad'a gelip, subaşılardan (polis) birinin halktan rüşvet aldığını, bildirdiler.
Padişah hemen bir müfettiş görevlendirdi ve şikâyeti araştırmasını emretti. Müfettiş tam bir ay adamı takip et­tiği halde suçüstü yakalayamadı. Gelip durumu Padi­şah'a arzetti:
— Padişahım, zannedersem halk yanılıyor, şikâyet edilen subaşının rüşvet aldığına dair bir işarete rastla­madım.
Padişah kaşlarını çattı:
— Benim halkım yanılmaz, dedi, ama sende feraset yoktur.
— Feraset de ne ola ki Padişahım? Şöyle cevap verdi:
— Peygamber Efendimiz (sas) buyuruyor ki:
"Mü'minin ferasetinden sakının. Çünkü o Allah'ın nu­ruyla bakar." Feraset üstün zekâ. üstün kabiliyettir, an­layıştır. Hadi git...
Müfettişi gönderdikten sonra rüşvet aldığı iddia edilen subasını huzuruna çağırttı. Ona bir kese uzattı.
— Bunu al, sabah namazında Ayasofya Câmii'ne git, top kandilinin altında seni bekleyen fakire ver.
Adam keseyi aldı, kuşağının arasına koydu ve izin isteyip Padişahın huzurundan ayrıldı.
Ve sabah namazında Ayasofya Camii'ne gitti... Padişah'ın söylediği yerde kendisini bekleyen dilenci kılıklı adama keseyi uzattı:
Adam keseyi aldı.
— Allah Padişahımıza ve devletimize zeval vermesin, diye dua ederek koynuna attı. Subaşı gittikten sonra keseyi koynundan çıkarıp saydı. Yalnızca beş altın vardı.
Ertesi gün öğle üzeri halk rüşvetçi subaşının padişah tarafından yakalanıp cezalandırıldığı haberiyle bayram ediyordu. Bir belâdan kurtulmuşlardı.
Müfettiş işi merak etti. Kendisi bir ay peşinde dolaştığı halde adamı yakalayamamıştı da, padişah bir gece içinde bunu nasıl başarmıştı? Huzuruna çıkıp sorunca Padişah:
— Feraset dediğim budur işte. dedi. Adama verdiğim kesede elli altın vardı. Ama camide bekleyen fakire sadece beş altın verdi. Demek kırk beş altını kendi cebine attı. Böylece haram yediği anlaşıldı.
— Padişahım, kesede beş altın olduğunu nereden bildiniz?
Dördüncü Murad güldü:
— Camideki dilenci bendim. Bir suçluyu yakalamak için yapmayacağım yoktur. Çünkü ben Allah'tan korkarım.
Müfettiş, Padişahın ellerini minnetle öptükten sonra:
— Ferasetin ne demek olduğunu anladım, diye mırıldandı.

(kaynak: 
irfantakvimleri)

4 Ocak 2017 Çarşamba

24 Ekim 2016 Pazartesi

OSMANLI’DA ESNAF

Osmanlılar zamanında bir esnaf, istediği zaman, istediği yerde bir dükkân açıp esnaflık yapamazdı. Devlet, semtin ihtiyacını göz önünde bulundurarak esnaf ve ahâlinin mürâcaatını kabul edip yeni bir dükkânın açılması için izin vermedikçe dükkân açılamazdı. İzin alıp açanların da hileli terazi kullanmamak, bozulmuş veya âdî mal satarak müşteriyi mağdur etmemek gibi esnaf kanunlarına riayet etmeleri şarttı. Nitekim 1680’de Sultan Dördüncü Mehmed devrinde esnaf nizamnâmesinin şartlarından biri şu idi:

“Müşterilerin alacağı nesneyi eksik tartıp veren esnafın hakkından gelinecektir. Teraziler boş dururken gözlerinin iki tarafı denk olacaktır. Kullanılan ağırlıklar da aynı olacaktır. Her malın iyisini kötüsünden ayıracaklar, müşteriye kötü mal satmayacaklardır.”
Osmanlı devrinde esnaf dükkânı ve imalâthânelerinde ustanın yanında kalfa ve çıraklar bulunurdu. Bir sanatta yetişmesi istenen çocuk 9-10 yaşına gelince babası tarafından ‘sanatı öğrenmesi’ ricâsıyla bir ustaya teslim edilirdi. İşe yeni başlayan çocuk çırak ve kalfalığı öğreninceye kadar önce ayak hizmetlerini yaparlardı. Sonra yavaş yavaş mesleğe dâir işler yapmaya başlardı.
Çıraklık ve kalfalık müddeti kişinin kâbiliyetine bağlıydı. İşinin ehli olan çırak, ustası tarafından yapılan imtihanda muvaffak olursa kalfa olurdu. Çırağın ustası, çocuğun yetiştiğini kendi ustabaşına haber verir, o sanatın ustalarının olduğu mecliste yapılan imtihanla kalfalığını tasdik ederlerdi. Usta, kalfasının yaptığı işlerden numûneleri alarak ustabaşının yanına gider, ustabaşı ve ihtiyar ustalar işi beğenirlerse kalfanın ustalığa geçişine izin verilirdi. Usta olacak kalfaya çok gösterişli peştemal (şed) merâsimi yapılırdı. Bundan sonra dilerse kendi dükkânını açabilirdi. (Osmanlı’dan Tarihe Not Düşen Kareler, Çamlıca B.Y.)

17 Ekim 2016 Pazartesi

AVRUPA'DA AKINCI KORKUSU


Avrupa'da AKINCI Korkusu...

1534 yılında Viyana'daki St. Stephen Katedrali'nde Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak haber vermekle vazifeli bir memur kadrosunun oluşturulduğunu ve bu memuriyetin ancak 1956 yılında, Viyana Belediye Meclisince "Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından, bu vazifenin lüzumu yoktur" diye bir karar alınarak iptal edildiğini BİLİYOR MUYDUNUZ?

(Kaynak: Refik, ibrahim; "Akıncı Millet" Yazısından)

12 Ekim 2016 Çarşamba

ÖZLÜ SÖZLER (ADALET)

"Adaletin en kötüsü geç tecelli edenidir. Sonunda hüküm isabetli olsa da, geciken adalet zulümdür."
(Orhan Gazi)

4 Ekim 2016 Salı

OSMAN GAZİ NASİHATLARİ

OSMAN GAZİ'nin SON NASİHATLERİ...

(Osman Gâzî, Orhan Gâzî’ye, Osmanlı Devleti’nin temel harcı mâhiyetindeki şu vasıyet ile son îkâzlarını yaptı)

“Oğul! Biricik vasiyetim şudur ki, Allâh buyruğundan başka bir iş işleme! 
Bilmediğini ehlinden sorup öğren!
İyice öğrenmediğin bir şeyi yapmaya kalkışma!
Askerlerine in’âm ve ihsânını eksik eyleme! Bil ki insan, ihsânın kuludur.
Oğul! Dîn işlerini her şeyden öne al! Çünkü bir farzın yerine getirilmesini sağlamak, dîn ve devletin güçlenmesine sebep olur! Bunun için ulemâya hürmette ve onların hakkına riâyette kusûr etme ki, şerîat işleri düzgün yürüsün!
Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet et; ikbâl ve yumuşaklık göster! Ancak dînî gayreti olmayanları, sefih hayat yaşayanları ve tecrübe edilmeyen kimseleri, sakın devlet işine yaklaştırma! Zîrâ yaratanından korkmayan, yaratılanlara merhamet etmez!”

(Osman Nûri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yay.)

23 Eylül 2016 Cuma

OSMANLILAR, DÜRÜSTLÜK VE NAMUS TİMSALİYDİ...


[A.L. Castellan’ın Osmanlı’daki Eşsiz Dürüstlük ve Namusa Dâir Anlattığı İbretli bir hâdise]

“Dostlarımdan biri anlattı:
İçinde bin kuruş bulunan bir torba ile İstanbul’dan Beyoğlu’na gidiyordum. Tophane iskelesi’ne çıkarken torbam yırtıldı. İçindeki bütün paralar da dökülüp rıhtımın üstüne dağıldı, bazıları da denize yuvarlandı. Ben «eyvah» bile diyemeden hemen oradaki halk, paraların üstüne üşüştü. Herkes bulabildiği kadar topluyordu. Ben şaşkınlıktan donmuş bir vaziyette ne yapacağımı bilemiyor, sadece bu hareketleri büyük bir endişe içinde takip ediyordum. Ne göreyim! Herkes, topladığı paraları deniz kenarında kalan torbama koyuyordu. Bunun üzerine içim biraz ferahladı. Hattâ kayıkçılar da, suya dalıp, denizin dibine gitmiş olan kuruşları çıkarmışlardı. Bütün bunlara karşı cömertlik göstermek istedimse de vazîfelerini yapmış olduklarından bahsederek her biri bir tarafa çekildi. Zaten o kadar kalabalıktılar ki, hepsine bahşiş yetişmezdi. Toplanan bütün paralar torbaya konduktan sonra bir hamal da onu yüklenip doğru evime kadar götürdü. Eve girdikten sonra büyük bir merak içinde paramı hemen saymaya başladım. Birçok ziyâna uğramış olduğumu zannediyordum ki, bin kuruşumun da tam olarak torbada olduğunu görünce hayretler içinde kaldım. Gözlerime inanamadım; bir daha saydım. Evet tek bir kuruşum bile eksik değildi.”

"Osmanlılar, doğruluk husûsunda eşsiz, nâmus konusunda da son derece hassas bir gönül yapısına sahiptirler. Bu halleri, pek yüksek ve müstesnâ bir fazîlet arzeder ki, bu da, Kur’ân-ı Kerîm ile sünnet ahkâmından kaynaklanır."

(A.L. Castellan)

18 Temmuz 2016 Pazartesi

OSMAN BEYİN RÜYASI

OSMAN BEYİN RÜYASI...

Osman Bey bir gün Şeyh Edebali’nin evine misafir olmuştu. Gece, vakit hayli ilerleyince istirahat etmek üzere odasına çekilmişti. Fakat yatmak üzereyken rafta gözüne ilişen Kuran-ı Kerim'e saygısından dolayı yatamadı. Uyuyamadı. Kuran'ı alıp okumaya başladı. O gece sabaha kadar Kuran okudu. Tam 6 saat. Hikmet-i İlahi, Osman Gazi Han'ın Kuran'a olan bu saygısından dolayı her okuduğu saate 1 asır lütuf edilmiş, hanedanı 6 asır hükümdar olmuştur yedi cihana.

Vakit sabah ezanına yaklaşmışken, yorgunluk ve uyku da bir hayli bastırmışken, Kuran elinde, yaslandığı yerde, tatlı bir uykuya daldı Sultan Osman Han. Uyurken bir rüya gördü. Rüyasında kendisi Şeyh Edebali'nin yanında yatıyordu. Edebali'nin göğsünden bir hilal doğdu. Hilal biraz yükseldikten sonra büyüdü, büyüdü ve dolunay haline gelince kendisinin göğsüne girdi. Daha sonra göğsünden bir ağaç bitip büyümeye, yükselmeye başladı. Bir çınar ağacıydı bu. Büyüdükçe yeşerdi, güzelleşti. Dallarının gölgesiyle bütün dünyayı kapladı, dünyanın her tarafından insanlar grup grup gelip bu çınarın gölgesine giriyorlardı, çok mutlu ve neşeliydiler.

Ulu çınarın gölgesinde dağlar, dağların dibinde pınarlar gördü. Ağacın yanında ise dört sıra dağlar gördü ki bunlar Kafkas, Atlas, Toros ve Balkanlardı. Ağacın köklerinden Dicle, Fırat, Nil ve Tuna çıkıyordu. Bu nehirde koca koca gemiler yüzüyordu. Tarlalar ekin doluydu. Ağaçlar meyve dolu. Dağların tepeleri ormanlarla örtülüydü. Ruy-i Zemin yemyeşil, asuman masmaviydi. Vadilerde şehirler vardı. Şehirlerde camiler arz-i didar ediyordu. Bunların hepsinin altın kubbelerinde birer hilal parlıyor, minarelerinde müezzinler ezan okuyorlardı. Ezan sesleri ağaç dallarındaki kuşların cıvıltısına karışıyordu. Bir ara ulu çınarın yaprakları kılıç gibi uzamaya başladı. Derken bir rüzgar çıkıp bu yaprakları İstanbul'a doğru çevirdi. Şehir iki denizin ve iki karanın birleştiği yerde iki masmavi firuze ile iki yemyeşil zümrüt arasına oturtulmuş pırıl pırıl bir elmas gibiydi. Sanki bütün dünyayı kuşatan geniş bir ülke gibi halkalanan bir yüzüğün kıymetli taşını andırıyordu İstanbul.
Ve nihayet Osman Gazi Han bu yüzüğü parmağına takıyorken uyanır.

Osman Gazi, rüyasını Şeyh Edebali’ye anlatır. Edebâlî Hazretleri kısa bir tefekkürün ardından "Ey oğul. Sana müjdeler olsun!" der, "Göğsümden çıkan nur kızımdır (Bâlâ Hatun). Seni kuşatması evleneceğinize işarettir... 
Ağaca gelince; Sen büyük bir devlet kuracaksın. Evlatların adaletle hükmedecekler. Allahü teâlâ seni ve neslini insanların İslâm'la şereflenmesine vesile edecek...