zikir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
zikir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Şubat 2023 Pazartesi

GÜNÜN HADİSİ

 Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

"Yâ Rabbî! Senden ilm-i nâfî (faydalı ilim) istiyorum! Faydası olmayan ilimden sana sığınırım!.." (Müslim, Zikir, 73)

9 Kasım 2022 Çarşamba

Günde 100 Günahı Sildiren Duâ

Günde 100 Günahı Sildiren Duâ

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-’dan rivâyete göre Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Her kim günde yüz kere:

Günde 100 Günahı Sildiren Duâ,zikir,efdal zikir,en etkili zikirler,en üstün zikir,on köle azad etmek,yüz sevap almak,hadis,günün hadisi,

“Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, sâdece O vardır. O tektir ve şerîki (ortağı) yoktur. Mülk O’nundur, hamd de O’na mahsustur. O, her şeye kâdirdir/her şeye gücü yeter.” derse o kimse için on köle azâd etmiş sevâbı verilir, yüz hasene yazılır, yüz günâhı silinir, o gün akşam oluncaya kadar bu ona şeytana karşı siper olur. Hiç bir kimse ecir bakımından onu geçemez, ancak bunu ondan fazla söyleyen kimse müstesnâ.”
(Buhârî, Ezân, 155; Tecrîd-i Sarîh Terc. 2/910-915)

3 Kasım 2022 Perşembe

KELİME-İ TEVHİD ZİKRİNİN ÖNEMİ

kelimei tevhid,لا اله الا الله,La ilahe illallah, zikir,zikrin önemi, tevhid,en üstün zikir,hz süleyman,özlü sözler,güzel sözler,şehadet,tekbir,hz Muhammed,hadis,

KELİME-İ TEVHİD ZİKRİ

Kelime-i tevhîd (لا اله الا الله) zikri, hadîs-i şerîflerde devamlı tavsiye edilmiştir. Nitekim bunlardan birinde Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

لا اله الا الله zikrini çok tekrarlayarak îmânınızı yenileyin!” (Hâkim, Müstedrek, IV, 285/7657) buyurmuşlardır.

Kendisine bütün dünyâ tasarrufu verilen Süleymân -aleyhisselâm- da:

“Benim saltanatım geçicidir. Bir tevhîd zikrinin getireceği saltanat ise ebedî­dir...” buyurmuştur.

25 Ekim 2022 Salı

GÜNÜN SÖZÜ

günün sözü, kalp grafisi,kalp ritmi,tekstür,ekran görüntüsü,masaüstü görüntüsü,zikir,efdal zikir,hz Mevlana,secde,miraç,Subhan'Allah,
“Ey gâfil! Keşke secde ettiğin zaman, yüzünü samimiyetle Hakk’a çevirebilseydin de, “Yücelerin yücesi olan Rabbim, her türlü noksan sıfattan münezzehtir.” demenin mânâsını lâyıkıyla idrâk edebilseydin. Yani sırf şekil secdesi değil, (seni mîrâca çıkaracak bir) gönül secdesi yapabilseydin!..”
(Hz. Mevlânâ)

GÜNÜN HADİSİ

Resûlullah buyurdular:
“Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Ben kulumun beni düşündüğü gibiyim. Beni zikrettiği zaman onunla beraberim. Eğer beni yalnız başına anarsa, ben de onu yalnız anarım. Şayet beni bir toplulukla beraber anarsa, ben de onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım.”
(Buhârî, Tevhîd 15; Müslim, Zikir 2, 19, 50; Tevbe 1. Tirmizî, Daavât 131; İbni Mâce, Edeb 58)

7 Ekim 2022 Cuma

PEYGAMBER (S.A.V) EFENDİMİZ'İN GÖZ YAŞLARI

dini kıssa,dini hikaye,hadis,dua,ibadet,zikir,tefekkür,hz Muhammed,hz Aişe,alemlere rahmet,lale,hz bilal,ayet

 PEYGAMBER (S.A.V) EFENDİMİZ'İN GÖZ YAŞLARI

Tâbiînin ileri gelen âlimlerinden Atâ bin Ebî Rebâh -rahmetullâhi aleyh- Peygamber Efendimiz’in istiğfâr ve şükrü ile alâkalı şöyle bir hâdise anlatıyor:

Hazret-i Âişe’ye:

“–Allâh Rasûlü’nde gördüğün en hayranlık verici hâli bana anlatır mısın?” dedim. Âişe vâlidemiz:

“–Onun hangi hâli hayranlık vermezdi ki!” dedi ve şöyle devam etti: “–Bir gece yanıma geldi, yatağa girdi, bir müddet sonra:

“–Müsâade edersen kalkıp Rabbime ibâdet edeyim.” dedi. Ben de:

“–Vallâhi seninle berâber olmayı çok isterim, ancak senin sevdiğin şeyi daha çok severim.” dedim.

Bunun üzerine kalktı, abdest aldı, sonra namaza durdu ve ağlamaya başladı. O kadar ağladı ki gözyaşları göğsünü ıslattı. Sonra rükûya vardı, yine ağladı, sonra secdeye vardı, secdede iken de ağladı, sonra secdeden başını kaldırdı yine ağladı. Bu durum, tâ Bilâl -radıyallâhu anh- gelip de sabah ezânını okuyuncaya kadar devam etti. Hazret-i Bilâl, Habîb-i Ekrem Efendimiz’in ağladığını görünce:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü, geçmiş ve gelecek bütün günahların affedildiği hâlde seni bu kadar ağlatan nedir?” diye sordu.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–(Yâ Bilâl!) Allâh’a çok şükreden bir kul olmayayım mı? Vallâhi bu gece bana öyle bir âyet indirildi ki, onu okuyup da üzerinde tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun!” dedi ve şu âyet-i kerîmeleri okudu:

“Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akl-ı selîm sâhipleri için (Allâh’ın birliğini gösteren) kesin deliller vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her an) Allâh’ı zikreder, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler ve «Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen’i her türlü noksan sıfatlardan tenzîh ederiz, bizi cehennem azabından koru!» (diye yalvarırlar.) (Âl-i İmrân, 190-191) (İbn-i Hibbân, II, 386)

5 Ekim 2022 Çarşamba

Dua ve Zikir Nasıl Yapılmalı?

Dua ve Zikir Nasıl Yapılmalı,dua,zikir,fetva,dua eden kadın,gökyüzü,dua adabı,etkili dua,dua nasıl kaul edilir,hadis,ayet
Dua ve Zikir Nasıl Yapılmalı?

“Dua ve zikir sesli mi yoksa sessiz mi yapılmalı?” sorusuna Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı ayet ve hadisler ışığındaki cevabı.


Duanın, alçak sesle, hüzünlü ve tazarru ile (yalvararak) yapılması adaptandır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Rabbinize yalvararak ve için için dua edin…” (A’raf, 7/ 55) buyurulmaktadır. Ancak, içtenlikle ve samimi olduğu sürece, sesli olarak da dua edilebilirse de, sessiz olması daha uygundur. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir yolculuk esnasında sesli olarak tekbir ve tehlil getirmeye başlayan bir grup sahabiye: “Ey insanlar! Kendinize acıyın; siz ne sağıra dua ediyorsunuz ne de uzakta olan birisine. Muhakkak siz, işiten, yakın olan bir zata dua ediyorsunuz ki O sizinle beraberdir.” buyurmuşlardır. 
[Buhari, Cihad 131; Müslim, Zikir 44; Ebu Davud, Salat, 361; Tirmizi, Deavat, 58]
Kaynak: Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı, Diyanet

28 Eylül 2022 Çarşamba

ZİKİR NASIL YAPILMALI HZ MEVLANA DER Kİ

Allah Lafzı,kalp,ateşli kalp,zikir,ağızla zikir,dille zikir,kalple zikir,Hu,nasıl zikretmeliyiz,zikir nasıl yapılır

Hak dostu Mevlânâ Hazretleri der ki:

“Ağızla, dille, duymadan, düşünmeden (papağan gibi) edilen zikir, noksan bir hayaldir. Padişahça, yani cân u gönülden, hayranlık duyarak yapılan zikir ise, sözlerden de, kelimelerden de âzâdedir… Ey O’nu bulamadan, sadece, O’nun adını yeterli bulan kişi! «Hû» kadehinden içmeden, nasıl olur da benlik arzularından kurtulabilirsin?” 


 

GÜNÜN AYETİ

“Kim de Ben’i anmaktan yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayâtı olacak ve Biz onu, kıyâmet günü kör olarak haşredeceğiz. O: «Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakîkaten görür idim!» der. (Allah) buyurur ki: «İşte böyle. Çünkü sana âyetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun!»”
(Tâhâ, 124-126)

11 Eylül 2022 Pazar

VEYSEL KARÂNÎ ve Hırkâ-i Şerîf

 

veysel karani, hırka-i şerif,yemen yıldızı,hz ömer, medine,mekke,tabiin,sahabe,hırka-i saadet,Ramazan ayı,süheyl-i yemeni,üveys,arasat meydanı,dini kıssa,hikaye,zikir,abid,

VEYSEL KARÂNÎ ve Hırkâ-i Şerîf


Üveys-i Kar’nî de denir. Tâbi’înin büyüklerindendir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” sağ iken, görmediği halde müslüman oldu. Fakat sahâbî olamadı. Hazret-i Ömer zamanında Medîneye geldi. Çok hürmet gördü. Basrada yaşadı. Sıffîn muhârebesinde Hazret-i Ali’nin yanında bulundu ve 37 yılında şehîd oldu. Anadoluya hiç gelmemiştir. Veysel Karânîye hediyye edilen hırka-i seâdet, Van civarında İrisan beylerine kadar gelmiş ve bunlar tarafından halîfe-i müslimîn Sultan Abdülmecid Han’a hediyye edilmiştir. Halîfe, bu hırka-i seâdet için, Fâtih civarında, “Hırkâ-i Şerîf” câmi’i yaptırmıştır. Her sene Ramezân-ı Şerîfin onbeşinden sonra camekân içinde olarak halka ziyâret ettirilmektedir.
Veysel Karânî, tâbi’înin önderi, rehber edindikleri zattır. İşte, evliyânın şâhı, hârikalar menbaı, kimsenin çıkamıyacağı makamlar sâhibi olan bu zata Süheyl-i Yemenî, yanî Yemen Yıldızı da denir.
Peygamber aleyhisselâm onun hakkında:
“Tabi’înin en hayırlısıdır” buyurmuşlardır. Onu sitayişle övmüştür. Bundan daha mükemmel bir övme yapabilmek, insanoğlu için mümkün değildir. Onun nefsi ölmüş, her işi, her hareketi Allahü teâlâdan olmuştur. Diğer bir hadîs-i şerîfte:
“Hak teâlâ kıyâmet günü Üveys sûretinde, yetmiş bin melek yaratır. Üveys de onların arasında olduğu halde Arasat Meydanına gelir. Oradan da Cennete gider. Allahü teâlâ hiç kimsenin tanımaması için, onların arasında gizler.” buyurdular.

2 Eylül 2022 Cuma

ZİKRİN ÖNEMİ

 

zikir, zikrin önemi, tesbih, kalplar ancak Allah'ı anmakla huzur bulur, ayet, hadis,

"kalpler Ancak Allah'ı Anmakla Huzur Bulur"

İnsan, muhabbet duyduğu varlığa râm olur. Onu her an gönlünün en mûtenâ yerinde taşır. Düşüncesi, hayâli, fikri ve zikri onunladır. Zâhiren ayrı olmak bile onun için fazla bir şey ifâde etmez. Zira rûhen dâimâ onunla beraber yaşar. Nitekim bu hakîkati beyan sadedinde; “Yanımdaki Yemen’de, Yemen’deki yanımda…” buyrulmuştur.

Meselâ çocuğuna aşırı muhabbet duyan bir kişi, her fırsatta çocuğundan bahsederek kendisini tatmin eder. Mesleğine çok düşkün biri de işiyle alâkalı mevzûları konuşmaktan haz duyar. Sevdiği şeyleri andıkça, onlara olan muhabbet ve düşkünlüğü daha da artar.

Nasıl ki balık susuz yaşayamazsa, bir müʼmin de zikirsiz huzur bulamaz. Zira: “…Kalpler ancak Allâhʼı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28)

Mü’minin gönlü de kâmil bir îman muhabbetiyle dolduğunda, Rabb'inin ismi onda dâimî bir zikir hâline gelir. Zikir, onun için âdeta bir âb-ı hayat/can suyu olur. Nasıl ki bir balık, sudan ayrı yaşayamazsa, o da zikirsiz huzur bulamaz. Onun nazarında zikir; yemek, içmek ve teneffüs etmek kadar vazgeçilmez bir ihtiyaçtır.

Nitekim Al­lah Ra­sû­lü -sallâllahu aleyhi ve sellem-:

“Al­lâh’ı zik­re­den kim­sey­le zik­ret­me­ye­nin mi­sâ­li, di­ri ile ölü gi­bi­dir.” buyurmuştur. (Bu­hâ­rî, De­avât, 66)

RABB'İMİZİN İSMİ, GÖNLÜMÜZÜN VİRDİ

Dolayısıyla kalbî hayâtını îman muhabbetiyle diri tutan bir mü’min, bunun en tabiî bir tezâhürü olarak Rabb'inin ismini, gönlünün virdi edinir. Hak Teâlâ’nın azamet-i ilâhiyyesinden, sonsuz kudretinden, idrak ötesi mükemmellikteki hükümranlığından, ilâhî tanzim ve takdîrindeki hikmetlerinden söz etmek, onun rûhunda târifsiz bir zevk ve lezzet husûle getirir. Bu yüzden her hâlükârda Hakk’ı hatırlar, O’nun yâdıyla kalbini ve dilini mânen tatlandırır. Zira âyet-i kerîmede buyrulur:

“…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı anmakla huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28)

Zikrin feyz ve rûhâniyeti, tıpkı güneşten gelen ışık huzmelerini üzerinde toplayan bir mercek gibi altında bulunan çer-çöp hükmündeki bütün nefsânî arzuları yakıp kül eder.

Öyle ki bu durum ilerledikçe, mü’minin nazarında Hakk’ın zikrinden daha lezzetli bir şey kalmaz. Bu lezzet rûhunu sardıkça, kulun Hakk’a yakınlığı artar; Hakk’a yakınlığı arttıkça da zikre olan iştiyâkı çoğalır.

Ebû Said el-Harrâz Hazretleri, Hak dostlarının hâllerinden bahsettiği bir sohbetinde şöyle buyurmuştur:

“Cenâb-ı Hak, kullarından birinin başına velâyet tâcını giydireceği zaman, ona önce zikir kapısını açar. Kalbine zikretme tadını verir. Kul bu tadı aldıktan sonra ona, Zât’ına yakınlık kapısını açar. Onu ünsiyet, yakınlık ve ülfet makâmına oturtur. Bundan sonra tevhîd kürsüsüne çıkarır. İşte asıl olacaklar, bundan sonra olmaya başlar.”

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından, Erkam Yayınları.

1 Eylül 2022 Perşembe

ALLAH'IN İSİMLERİ ve ANLAMLARI

Esma-ül Hüsna,Allah'ın isimleri, 99 esmaül hüsna, Allah aşkı, zikir, zikrin fazileti,kalp,büyük aşk,ilahi aşk,Allah'ın isimleri ve anlamları

ALLAH'IN İSİMLERİ ve ANLAMLARI

“Muhakkak ki Allah Teâlâ’nın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları bellerse cennete girer.” Hz. Muhammed (sas)

اَللّٰهْ  Allah: Varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere layık bulunan zâtın husûsî ve en kapsamlı ism-i şerifi.

اَلرَّحْمٰنُ  er-Rahmân: Bütün mahlûkâta merhamet eden, hepsine de nîmetler veren.

اَلرَّح۪يمُ  er-Rahîm: Pek ziyâde merhamet edici, bilhassa mü’minlere rahmet eden.

اَلْمَلِكُ  el-Melik: Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi.

اَلْقُدُّوسُ  el-Kuddûs: Hatâdan, gafletten, aczden ve her türlü eksiklikten münezzeh/çok uzak ve pek temiz.

اَلسَّلَامُ  es-Selâm: Her çeşit ârıza ve hâdiselerden sâlim kalan, her türlü tehlikelerden kullarını selâmete çıkaran, Cennet’teki bahtiyar kullarına selâm eden.

اَلْمُؤْمِنُ  el-Mü’min: Gönüllerde îman ışığı yakan, kendine sığınanlara eman verip onları koruyan, rahatlatan, güven veren, vaadine güvenilen.

اَلْمُهَيْمِنُ  el-Müheymin: Kâinâtın bütün işlerini gözetip yöneten ve koruyan.

اَلْعَز۪يزُ  el-Azîz: Yenilmeyen yegâne gâlip.

اَلْجَبّٰارُ  el-Cebbâr: Kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan, yaratılmışların hâlini iyileştiren, irâdesini her durumda yürüten, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan, hüküm ve iradesine karşı gelinmek ihtimali bulunmayan.

اَلْمُتَكَبِّرُ  el-Mütekebbir: Her şeyde ve her hâdisede büyüklüğünü gösteren, azamet ve yüceliğini izhâr eden.

اَلْخَالِقُ  el-Hâlık: Her şeyin varlığını ve varlığı boyunca görüp geçireceği halleri, hâdiseleri tayin ve tesbit eden ve ona göre yaratan, yoktan vâr eden.

اَلْبَارِئُ  el-Bâri’: Eşyâyı ve her şeyin âzâ ve cihazlarını birbirine uygun bir hâlde yaratan, bir örneği olmaksızın canlıları yaratan.

اَلْمُصَوِّرُ  el-Musavvir: Tasvîr eden, her şeye bir şekil ve hususiyet veren.

اَلْغَفَّارُ  el-Ğaffâr: Mağfireti pek bol olan. Dilediği kullarını da günahlardan koruyan.

اَلْقَهَّارُ  el-Kahhâr: Her şeye, her istediğini yapacak surette gâlib ve hâkim.

اَلْوَهَّابُ  el-Vehhâb: Çeşit çeşit nimetleri devamlı bağışlayıp duran. Her zaman, her yerde ve her şeyi karşılık beklemeden çok çok ve bol bol veren.

اَلرَّزَّاقُ  er-Rezzâk: Yaratılmışlara, faydalanacakları şeyleri ihsân eden, bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren.

اَلْفَتَّاحُ  el-Fettâh: Her türlü müşkülleri açan ve kolaylaştıran, iyilik kapılarını açan, hakemlik yapan.

اَلْعَل۪يمُ  el-Alîm: Her şeyi hakkıyla ve çok iyi bilen.

اَلْقَابِضُ  el-Kâbıd: Sıkan, daraltan, rızkı daraltan, canlıların rûhunu alan.

اَلْبَاسِطُ  el-Bâsıt: Açan, genişleten, rızkı bollaştıran, ruhları bedenlerine yayan.

اَلْخَافِضُ  el-Hâfıd: Yukarıdan aşağıya indiren, alçaltan, zillete düşüren.

اَلرَّافِعُ  er-Râfi’: Yukarı kaldıran, yükselten, yücelten.

اَلْمُعِزُّ  el-Mu’izz: İzzet ve şeref veren, ağırlayan.

اَلْمُذِلُّ  el-Müzill: Zillete düşüren, hor ve hakîr eden.

اَلسَّم۪يعُ  es-Semi’: Hakkıyla işiten.

اَلْبَص۪يرُ  el-Basîr: Hakkıyla gören.

اَلْحَكَمُ  el-Hakem: Hükmeden, hakkı yerine getiren, hükmünü eksiksiz icrâ eden.

اَلْعَدْلُ  el-Adl: Mutlak adâlet sahibi, aşırılığa meyletmeyen.

اَللَّط۪يفُ  el-Latîf: En ince işlerin bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına nüfuz edilemeyen en ince şeyleri yapan, yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip, sezilmez yollarla karşılayan.

اَلْخَب۪يرُ  el-Habîr: Her şeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdar olan.

اَلْحَل۪يمُ  el-Halîm: Suçluların cezâsını vermeye gücü yettiği hâlde onlara yumuşak davranan ve cezâlarını geriye bırakan. Allah, gazabda acele etmez, mühlet verir, yaptıklarına pişman olup tevbe edenleri affeder, ısrar edenler hakkında ise artık hüküm kendisine kalmıştır.

اَلْعَظ۪يمُ  el-Azîm: Bütün büyüklüklerin sâhibi. Zâtının ve sıfatlarının mâhiyeti anlaşılamayacak kadar ulvî.

اَلْغَفُورُ  el-Ğafûr: Mağfireti çok olan, bütün günahları bağışlayan. Allah, istediği kusurları insanların gözünden gizlediği gibi, melekût âlemi sâkinlerinin gözünden de gizler.

اَلشَّكُورُ  eş-Şekûr: Kendi rızâsı için yapılan sâlih amelleri, daha ziyâdesiyle karşılayan, az tâat karşılığında çok büyük dereceler veren, sayılı günlerde yapılan amel karşılığında âhiret âleminde sonsuz nimetler lûtfeden.

اَلْعَلِيُّ  el-Aliyy: Her hususta, her şeyden yüce olan. Her şey kendisinin dûnunda, emrinde ve hükmü altında olan.

اَلْكَب۪يرُ  el-Kebîr: Büyüklükte kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen, bütün büyüklükler kendisine mahsus olan.

اَلْحَف۪يظُ  el-Hafîz: Yapılan işleri bütün tafsilâtıyla tutan, her şeyi belli vaktine kadar âfât ve belâlardan saklayan, koruyup gözeten.

اَلْمُق۪يتُ  el-Mukît: Her yaratılmışın azığını ve gıdasını tayin eden, azıkları beden ve kalblere gönderen.

اَلْحَس۪يبُ  el-Hasîb: Herkesin hayatı boyunca yapıp ettiklerinin, bütün tafsilât ve teferruatıyla hesabını iyi bilen, her şeye ve herkese her ihtiyacı için kâfi gelen, onları hesaba çeken.

اَلْجَل۪يلُ  el-Celîl: Celâdet, azamet ve heybet sâhibi, celâl sıfatları ile muttasıf.

اَلْكَر۪يمُ  el-Kerîm: Keremi, lütuf ve ihsânı bol, her türlü fazilete sahip olan.

اَلرَّق۪يبُ  er-Rakîb: Bütün varlıklar üzerinde gözcü, bütün işler murakabesi altında bulunan.

اَلْمُج۪يبُ  el-Mücîb: Kendine duâ edip yalvaranların isteklerini işitip cevab veren, onları cevapsız bırakmayan.

اَلْوَاسِعُ  el-Vâsi’: Geniş ve müsaadekâr. Allah’ın ilmi, ihsânı, rahmeti, kudreti, af ve mağfireti geniştir ve her şeyi kaplamıştır.

اَلْحَك۪يمُ  el-Hakîm: Bütün emirleri ve işleri hikmetli, yerli yerinde ve sağlam olan.

اَلْوَدُودُ  el-Vedûd: İyi kullarını seven, onları rahmet ve rızâsına erdiren. Sevilmeye ve dostluğa lâyık yegâne varlık.

اَلْمَج۪يدُ  el-Mecîd: Zâtı şerefli, ef‘âli güzel olan, her türlü övgüye lâyık bulunan.

اَلْبَاعِثُ  el-Bâis: Ölüleri diriltip kabirlerinden kaldıran; gönüllerde saklı olanları meydana çıkaran.

اَلشَّه۪يدُ  eş-Şehîd: Her zaman ve her şeyi gözlemiş olarak bilen, her yerde hâzır ve nâzır olan.

اَلْحَقُّ  el-Hakk: Fiilen var olan, mevcûdiyeti ve uluhiyeti gerçek olan, varlığı hiç değişmeden duran. Hakikaten vâr olan yalnız O’dur.

اَلْوَك۪يلُ  el-Vekîl: Usûlüne uygun şekilde, kendisine tevdi edilen işleri en güzel şekilde neticelendiren, güvenilip dayanılan, tevekkül edilen.

اَلْقَوِيُّ  el-Kaviyy: Çok kuvvetli, her şeye gücü yeten, kudretli.

اَلْمَت۪ينُ  el-Metîn: Çok sağlam, kuvveti çok ve şiddetli olan.

اَلْوَلِيُّ  el-Veliyy: İyi kullarına dost olan, yardım eden.

اَلْحَم۪يدُ  el-Hamîd: Ancak kendisine hamd ü senâ olunan, bütün varlığın diliyle biricik övülen, medhedilen.

اَلْمُحْص۪ي  el-Muhsî: Her şeyin sayısını ve miktarını tek tek ve bütün ayrıntılarıyla bilen.

اَلْمُبْدِئُ  el-Mübdi’: Mahlûkatı maddesiz ve örneksiz olarak ilk baştan yaratan.

اَلْمُع۪يدُ  el-Mu’îd: Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan.

اَلْمُحْي۪  el-Muhyî: Hayat veren, can bağışlayan, sağlık veren.

اَلْمُم۪يتُ  el-Mümît: Canlı bir mahlûkun ölümünü yaratan, öldüren.

اَلْحَيُّ  el-Hayy: Dâimâ diri; her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten.

اَلْقَيُّومُel-Kayyûm: Gökleri, yeri, her şeyi ayakta tutan. Bir şeyin kıyâmı, yani, bir varlık sâhibi olarak durabilmesi neye bağlı ise, onu veren. Her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kâinatı idare eden. Her şey Hak ile kâimdir.

اَلْوَاجِدُ  el-Vâcid: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, müstağnî; istediğini, istediği vakit bulan. Kendisi için lüzumlu olan şeylerin hiç birinden mahrum olmayan.

اَلْمَاجِدُ  el-Mâcid: Kadr ü şânı büyük, kerem ve semâhati bol.

اَلْوَاحِدُ  el-Vâhid: Tek. Zâtında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde asla şerîki/ortağı, nazîri/benzeri ve dengi bulunmayan.

اَلصَّمَدُ  es-Samed: Hâcetlerin bitirilmesi, ızdırapların giderilmesi için tek merci’, ihtiyaç ve dileklerde kendisine müracaat edilen, arzu ve bütün istekler kendisine sunulan, kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan.

اَلْقَادِرُ  el-Kâdir: İstediğini, istediği gibi yapmaya gücü yeten.

اَلْمُقْتَدِرُ  el-Muktedir: Kuvvet ve kudret sâhipleri üzerinde istediği gibi tasarruf eden.

اَلْمُقَدِّمُ  el-Mukaddim: İstediğini ileri geçiren, öne alan.

اَلْمُؤَخِّرُ  el-Muahhir: İstediğini geri koyan, arkaya bırakan.

اَلْاَوَّلُ  el-Evvel: Her varlıktan mukaddem olan, başlangıcı olmayan.

اَلْاٰخِرُ  el-Âhir: Varlığının sonu olmayan.

اَلظَّاهِرُ  ez-Zâhir: Âşikâr olan, kat’î delillerle bilinen.

اَلْبَاطِنُ  el-Bâtın: Gizli olan; duyu organları ile idrâk edilemeyen, mâhiyeti bilinemeyen.

اَلْوٰالى  el-Vâlî: Mahlûkatın işlerini yoluna koyan, bu muazzam kâinatı ve her an meydana gelen hâdisatı tek başına tedbîr ve idare eden, kâinâtın hâkimi.

اَلْمُتَعَال۪ى  el-Müteâlî: Yaratılmışlar hakkında aklın mümkün gördüğü her şeyden, her hal ve tavırdan pek yüce ve pek münezzeh. İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce, aşkın.

اَلْبَرُّ  el-Berr: Kulları hakkında kolaylık isteyen; iyilik ve bahşişi çok olan, vaadini yerine getiren.

اَلتَّوَّابُ et-Tevvâb: Kullarını tevbeye sevkeden, tevbeleri çokça kabûl edip, günahları bağışlayan.

اَلْمُنْتَقِمُ el-Müntekım: Suçluları, adâleti ile müstehak oldukları cezaya çarptıran.

اَلْعَفُوُّ el-Afüvv: Affı çok. Hiçbir sorumluluk kalmayacak şekilde günahları affeden, kökünden kazıyan.

اَلرَّؤُۧفُ  er-Raûf: Çok re’fet ve şefkat sâhibi.

مَالِكُالْمُلْكِ  Mâlikü’l-Mülk: Bütün mülkün mâliki ve hâkimi. Allah Teâlâ mülkün hem sâhibi, hem hükümdârıdır, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.

ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ  Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm: Hem büyüklük ve azamet, hem de fazl u kerem sâhibi.

اَلْمُقْسِطُ  el-Muksit: Bütün işlerini denk, birbirine uygun ve yerli yerinde yapan. Adâlet sâhibi. Mazlûma acıyıp zâlimin elinden kurtaran.

اَلْجَامِعُ  el-Câmi’: İstediğini, istediği zaman, istediği yerde toplayan. Birbirine benzeyen, benzemeyen ve zıd olan şeyleri bir araya getirip tutan. Kıyâmet günü hesâba çekmek için mahlukatı toplayan.

اَلْغَنِيُّ  el-Ğaniyy: Çok zengin ve her şeyden müstağnî.

اَلْمُغْن۪ي  el-Muğnî: İstediğini zengin eden, tatmin eden.

اَلْمَانِعُ  el-Mâni’: Dilemediği şeyin gerçekleşmesine müsaade etmeyen, kötü şeylere mâni olan.

اَلضَّآرُّ  ed-Dârr: Elem ve zarar verici şeyleri yaratan.

اَلنَّافِعُ  en-Nâfi’: Hayır ve menfaat verici şeyleri yaratan, fayda veren.

اَلنُّورُ  en-Nûr: Âlemleri nurlandıran; istediği sîmalara, zihinlere ve gönüllere nûr bahşeden, nûr kaynağı.

اَلْهَاد۪ى  el-Hâdî: Hidâyeti yaratan, yol gösteren, murada erdiren.

اَلْبَد۪يعُ  el-Bedî‘: Örneksiz, misalsiz, acîb ve hayret verici âlemler îcad eden. Zâtında, sıfatında, fiillerinde, emsâli görülmemiş olan.

اَلْبَاق۪ي  el-Bâkî: Varlığı devamlı olan, sonu olmayan.

اَلْوَارِثُ  el-Vâris: Servetlerin geçici sâhipleri elleri boş olarak yokluğa döndükleri zaman servetlerin hakikî sâhibi olan.

اَلرَّش۪يدُ  er-Reşîd: Bütün işleri ezelî takdîrine göre yürütüp, bir nizam ve hikmet üzere âkıbetine ulaştıran; her şeyi yerli yerine koyan, en doğru şekilde nizâm veren.

اَلصَّبُورُ  es-Sabûr: Çok sabırlı. (Buhârî, Deavât, 68; Tirmizî, Deavât, 83; Hâkim, I, 62)

Kaynak: Mahmud Sami Ramazanoğlu, Dualar ve Zikirler, Erkam Yayınları, İstanbul, 2013