kıssa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kıssa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Şubat 2018 Salı

YAŞAYARAK ÖĞRENMEK…

dini hikaye, kıssa, kral, savaş, kurşuna dizmek, kurşun,
YAŞAYARAK ÖĞRENMEK…

Rivayete göre bir kral savaşın tam ortasında pusuya düşürülmüş.
Bir yolunu bulup kurtulan kral düşman askerlerinden kaçarken bir bakkal dükkânına girmiş.
Bakkala hemen kendisini saklamasını emretmiş.
Kendisini saklayan bakkal, ardından gelen düşmanları da;
"Az evvel biri koşarak şu tarafa kaçtı" diye savuşturmuş.
Biraz sonra kralın muhafızları yetişmişler. Bakkal ömründe bir daha karşılaşamayacağı krala sormuş:
"Efendim, af buyurun ama merak ettim, ölümle bu denli burun buruna gelmek nasıl bir duygu?"
Kral birden öfkelenmiş;
"Sen kim oluyorsun da benimle böyle dalga geçercesine konuşabiliyorsun?" diye bağırmış.
Askerlerine adamı kurşuna dizmelerini emretmiş.
Askerler bakkalın gözünü bağlayıp, karşısına dizilmişler.
Mermiler namlulara sürülmüş, artık "ateş" emri verilecek...
Adamcağız içinden "Ah, ne yaptım ben?!. Şimdi ölüp gideceğim!" diye düşünürken, arkadan bir çift el uzanmış, gözündeki bağı açmış.
Ve... Tek cümleyle cevaplamış Kral:
"İşte böyle bir duygu!"
Yaşayarak öğrenmek, bedeli en yüksek öğrenme biçimidir...

22 Şubat 2018 Perşembe

KİMSENİN YAPTIĞI YANINA KALMAZ

hikaye, dini hikaye, kıssa, Hz. Musa, vali, zulm, zalim, mümin, kafir


KİMSENİN YAPTIĞI YANINA KALMAZ
Musa aleyhisselam zamanında zalim bir vali vardı. Bu vali, bir müminin ihtiyacını karşıladı.
Tesadüfen vali ve mümin, her ikisi aynı günde vefat ettiler! Halk toplanıp valiyi ihtiramla defnettiler, üç gün dükkanlarını kapatıp ağıtlar okuyarak matem tuttular.
Ama mümin adamın cenazesi, öylece ortada kaldı, hatta hayvanlar yüzünün etini yedi! Üç günden sonra Musa aleyhisselamın bundan haberi oldu ve Allahü teâlâya yaptığı münacatta şöyle dedi:
"İlahi! Senin düşmanın olan o vali, çok ihtiram ve izzetle defn edildi. Ama senin dostun olan bu mümin kulun cenazesi yerde kaldı ve bir hayvan da onun yüzünün etini yedi; bunun sırrı nedir?"
Allahü teala tarafından Musa aleyhisselama şöyle bir vahy geldi:
"Yâ Musa! O zalim, bir mü'minin hacetini karşıladı. Ben de o zalimin mükafatını bu dünyada verdim, ahirete kalmadı. Mümine gelince, benim düşmanım olan zalimden hacetini istediğinden dolayı, ben de onun cezasını bu dünyada verdim, ahirete kalmadı"

15 Şubat 2018 Perşembe

ÖYLE BİR TÖVBE ETTİ Kİ (DİNİ HİKAYE)

hikaye, dini hikaye, kıssa, asrı saadet, hz Muhammed, Salebe bin Abdurrahman, göz zinası, zina, hz Ömer, hz. Selman,

ÖYLE BİR TÖVBE ETTİ Kİ.
Sa'lebe bin Abdurrahman adında genç bir Sahabe vardı. Bir gün yolda giderken, bir evin açık kapısından içeri baktığında, bir kadının yıkandığını gördü. Sonra çok pişman oldu. Medîne'den çıkıp dağda yaşamaya başladı... Bir müddet sonra, Resûlullah efendimize Cebrâil aleyhisselâm gelip, durumu haber verdi. Peygamber Efendimiz de hazret-i Ömer ile Selmân-ı Fârisî hazretlerine onu bulup getirmelerini emretti. Bunun üzerine genci aramaya çıktılar... Dağda bir çoban, onları gencin bulunduğu yere götürdü. Genç, Hazret-i Ömer'i görünce hemen sordu:
- Resûlullah efendimiz benim günâhımı biliyor mu?
- Bilmiyorum. Ancak dün seni bulmamız için bizi gönderdi.
- Yâ Ömer, beni Resûlullah efendimiz namaz kılarken veya Bilâl-i Habeşî ezan okurken içeri götürün!
İstediği gibi hareket ettiler. Resûlullah efendimiz namaz kılarken mescide girdiler. Genç, Resûlullah efendimizin sesini duyunca, hemen bayıldı. Namazdan sonra Peygamber efendimize "Sa'lebe'yi getirdik" dediler. O arada o da ayıldı. Resûlullah efendimiz sordu:
- Yâ Sa'lebe seni benden uzaklaştıran nedir?
- Günâhımdır.
- Sana öğretmedim mi? Allahü teâlâ hatâ ve günâhları bağışlıyor.
- Yâ Resûlallah benim günâhım büyüktür.
Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın rahmetinin çok olduğunu beyân buyurarak, evine gitmesini söyledi... O da gitti. Ancak üzüntüsünden hastalandı. Peygamber efendimize, gencin durumu bildirildi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz;
- Kalkınız Sa'lebe'ye gidelim, buyurdu.
Evine varınca, Peygamber efendimiz, gencin başını kucağına aldı. Fakat, genç başını hemen çekti. Resûlullah efendimiz:
- Niçin başını kucağımdan çektin? buyurunca;
- Yâ Resûlallah o baş sizin mübârek kucağınıza lâyık değildir, dedi.
Sonra Resûlullah efendimiz sordu:
- Ne arzû ediyorsun?
- Rabbimin mağfiretini.
- Cebrâil aleyhisselâm şimdi geldi ve "Ey kardeşim, Rabbin sana selâm ediyor ve şâyet kulum yer dolusu hatâ ile bana kavuşursa, ben de onu yer dolusu mağfiret ile karşılarım" buyuruyor, dedi.
Peygamber efendimiz bu haberi verir vermez, genç "Allah" diye feryât edip hemen vefât etti.
Cenâze namazından sonra, Peygamber efendimiz, parmak uçlarına basarak yürüyordu. Sebebi sorulduğunda buyurdu ki:
- Sa'lebe'yi karşılayan meleklerin sayısı o kadar çoktu ki, onların kanadına basmayayım diye bu şekilde yürüyorum.

19 Ocak 2018 Cuma

ALLAH'IM AZ DAHA İSLAM'I 20 KURUŞA SATIYORDUM.

hikaye, dini hikaye, islami hikaye, kıssa, londra, ingiltere, cami, minübüs, para, şoför,


Allah’ım az daha İslam’ı 20 kuruşa satıyordum
Londra’daki camii’ye yeni bir imam gönderilmiş. İmam şehre gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman da aynı söföre rastlıyormuş.

Bir gün, bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 kuruş fazla vermiş. İmam yanlışlığı oturup da parasını sayınca fark etmiş. Kendi kendine 20 kuruşu geri versem mi şoföre diye düşünüyormuş.

Ama içinden bir ses diyormuş ki çok gülünç bir para ve şoförün umurunda değil.

Otobüs şirketi çok para kazanıyor zaten sadece 20 kuruş onlara bir şey yapmaz.

Bu parayı saklayabilirim diye düşünmüş, Allah’tan gelen bir hediye gibi.

İnecegi durağa gelince, imam kalkmış ve fikrini değiştirmiş, inmeden önce şoförün yanına gitmiş, 20 kuruşu geri vermiş ve demiş ki:

-Paranın üstünü fazla verdiniz.

Şöför gülümsemiş ve demiş ki:

-Siz caminin yeni imamısınız değil mi..?

Aslında uzun zamandır sizi caminizde ziyaret etmek istiyordum.

İslamı öğrenmek için.

Bu yüzden bilerek size fazla para verdim.

Nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim.

-İnerken imam artık bacaklarını hissetmiyormuş.

Yere yığılacakmış neredeyse, bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışmış.

Gözlerinden yaşlar dökülerek demiş ki:

Allah’ım az daha İslam’ı 20 kuruşa satıyordum..!

5 Ocak 2018 Cuma

Hz Ömer ile Rasulüllah arasında geçen mükemmel kıssa

Peygamber, Hz. Muhammed, Hz. Ömer, kıssa, hikaye, dini hikaye, dini kıssa, dünya, ahiret,


Hz Ömer ile Rasulüllah arasında geçen mükemmel kıssa
Hz. Ömer (ra), sessizce, dinlenmekte olduğu odaya girer. Bir an çevresine göz gezdirir. Odasının bir yanında işlenmiş bir deri, bir diğer köşesinde de, içinde birkaç avuç arpa bulunan küçük bir torba vardı. İşte Allah Resûlü'nün odasında bulunan eşyalar bundan ibaretti.
Bu manzara karşısında ağlamaya başlayan Hz. Ömer'in (ra) hıçkırıkları Allah Resûlü'nü uyandırır. Kalkınca hasırın vücudunda iz yaptığını, kan oturduğunu gören Hz. Ömer (ra) ise omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başlar.
Peygamber Efendimiz (sav) hayretle sorar:
"Ey Hattab oğlu! Niçin ağlıyorsun?"
"Ey Allah'ın Elçisi! İranlılar imparatorlarını saraylarda yaşatırken, Bizanslılar Kayserlerini lüks ve ihtişama boğmuşken sen ki Allah'ın Elçisisin… İzin versen de, biz de seni…"
Maksat anlaşılmıştır, Allah'ın Elçisi (asm), gelecekteki halifesinin sözünü hüzünlü bir tebessüm, tatlı bir el işareti ile keser ve "Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı " (Ankebut, 29/64) ayetini okuduktan sonra ekler:
"İstemez misin ey Ömer? Dünya onların olsun, ahiret te bizim!.."

3 Ocak 2018 Çarşamba

EKONOMİK KRİZ

hikaye, bekçi, memur, kıssa, fıkra



EKONOMİK KRİZ
Devlet bir gün geniş ve boş bir araziye geceleri göz kulak olacak, 1500 TL maaşla, bir bekçi işe almaya karar vermiş. Bir süre sonra "Peki, talimatlar olmadan bekçi işini nasıl yapacak?" diye düşünülmüş. Bir planlama birimi kurulmuş ve planlamayı yapmak üzere, 2000'er TL maaşla, iki kişi işe alınmış.
Bir süre sonra "İşleri yapıp yapmadıklarını nasıl kontrol edeceğiz?" diye düşünülerek, 3000’er TL maaşla, iki denetmen işe alınmış; biri denetim yaparken diğeri raporları yazmaya başlamış.
Bir süre sonra "Bunların maaşları nasıl hesaplanıp, nasıl ödenecek?" diye tartışılmış ve 3000’er TL maaşla, bir muhasebeci şefi, bir katip, bir de istatikçi işe alınmış.
Bir süre sonra "Peki bunlardan kim sorumlu olacak?" diye düşünülmüş ve 5000 TL maaşlı bir müdür ve 4000’er TL maaşla iki de müdür yardımcısı işe alınmış.
Bir süre sonra, ülkede ekonomik kriz çıkmış. Bütçedeki masrafları kısmak için bekçiyi işten çıkarmışlar!..

18 Aralık 2017 Pazartesi

Deli mi Veli mi?

deli, veli, kalbi açık, kalp gözü açık, cami, imam, camaat, namaz, kadın, inek, aşçı, yemek, dini hikaye, kıssa, hikaye

Deli mi Veli mi belli olmaz
Delinin biri camiye girer, belli ki namaz kılacak. Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır. Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider.

Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar. Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını. Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan. Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar. Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile. İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar.

İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:
“Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?”

Bunu duyan meczub melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar

“Âdetiniz böyle değil mi?”
“Ne âdeti?!” der Hoca..

Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra..

Der ki meczub bu kez:

“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!

Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der..

“Evet” der meczub, “Hepinizin sırtı yüklü!”..

Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasına,bıyık altından gülüşmeler başlamıştır. Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:

“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı..

Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!..”
Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;

“ Boş yok, boş yok hiç!. diye tekrarlar.

O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar!

Aynen doğrudur dedikleri çünkü; kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda,kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği. Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.

“Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca..

O da der ki:

“Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!

Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda…

Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var Bildirince bildiren, yüreği olan görüyor elbet...

16 Aralık 2017 Cumartesi

ALLAH HERKESE BÖYLE İMAN NASİP ETSİN

dini hikaye, hikaye, kıssa, namaz, bismillah, besmele, cemaat, imam,
ALLAH HERKESE BÖYLE İMAN NASİP ETSİN

Vakit namazlarını sürekli cemaatle, camide eda eden,
Allah’a yürekten bağlı, çok duru gönüllü bir adam varmış…
Ama evi, nehrin öbür tarafında olduğu için her vakit namazında, salla nehri geçmek epey vaktini alıyormuş.. Bir gün, gittiği camide bir vaaz dinlemiş…
Hoca diyormuş ki; “Allah’a öyle inanıp öyle dayanacaksın, öyle güveneceksin ki her işin kolaylıkla hallolsun… Bismillah de gir suya! Yürü git…” diye de bir örnek vermiş…
Adamcağız bunu duyunca bir sevinmiş bir sevinmiş ki…
-Oh! demiş. Kurtuldum artık saldan, vakit kayıplarından… Bismillah der geçerim karşıya…Sevincinden içi içine sığmıyormuş… Aynı zamanda da içinden Hocaya kızmaktaymış, neden şimdiye kadar söylemedi bunu diye… Dediği gibi de yapmış. Çıkmış camiiden, gelmiş nehrin kıyısına; “Bismillah” demiş ve yürümüş geçmiş... Artık karısı da kendisi de çok mutluymuş bu yüzden.
Bir gün hanımı demiş ki; “Yarın o Hocayı al gel, yemeğe! Bak o kadar iyiliği dokundu bize..”
“Olur”, demiş adam…Ertesi gün camiden çıkınca, Hocayla anlaşmışlar; eve gidecekler. Hoca; “Bir sal bulalım!” deyince adam şaşırmış ve; “Ne salı Hocam? Sen demedin mi Bismillah de yürü git! Ben o günden beri öyle yapıyorum. Hadi geçelim…”Hoca hayret içinde. Hatta dehşet… Neden sonra titrek yüreğiyle, melûl mahzun bakmış adama ve;- Ah! demiş…
- Keşke benim imanım da, seninki gibi “acaba”sız olsaydı. Ben de Senin gibi yürür giderdim…

26 Kasım 2017 Pazar

KENDİ CENAZE NAMAZLARINI KILDILAR

çanakkale, çanakkale savaşı, kirte muharebeleri, cenaze namazı, osmanlı, türk, türk askeri, savaşçı, hikaye, güzel hikaye, kıssa

KENDİ CENAZE NAMAZLARINI KILDILAR
Çanakkale savaşında Kirte muharebeleri sırasında, bölükler arka sıralarda hücum sıralarını beklemektedirler. Ön siperdekiler ileri fırlamış boğuşuyorlar. Yüzbaşı hücum için emir bekliyor. Askerin tamamı süngü takmış siperden fırlamak için hazır. Sinirler gergin... Dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor, kelime-i şehadet getiriyor. Süre uzuyor. Yüzbaşı erlere sesleniyor: ” Yavrularım... Aslanlarım... Biraz sonra Cenâb-ı Rabbü’l-alem’in huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim... Haydi! Tüfeklerimizin dipçiklerine ellerimizi sürüp hep beraber teyemmüm edelim... “ Teyemmüm edilir... Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı; ” Çocuklarım... Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz... Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor. Hem onlar için hem de vakit varken kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım. Kabe karşımızda... “ Arkadan Oflu Ali Çavuş bağırır:
” Er kişi niyetine...
Niçin muharebe ettiklerinin farkında olan bu yiğitler, biraz sonra şehadet sırasının kendilerine geleceğini de biliyorlardı. Tek bir gayeleri vardı: Ezanlar susmamalı, vatan toprağı namert çizmeleri altında ezilmemeliydi...
O gün hepsinden vatan razı olmuştu.
O gün hepsi Bedr’in aslanları gibi çarpıştılar.
O gün hepsi Allah’ı arzu ettiler.
O gün hepsi Allah’a verdiği sözü tuttular.
O gün hepsi Allah’a kavuştular.
O gün hepsi aguşunu açmış onları bekleyen sevgili peygamberlerinin dizinin dibinde oturma şerefine nail oldular.

24 Kasım 2017 Cuma

Hz. Musa ve Allah ile münacatı

Hz. Musa, dini hikaye, güzel hikaye, kıssa, adalet

Hz. Musa ve Allah ile münacatı
Hz. Musa Tur dağına çıkıp Rabbine münacatta bulunurdu.
Bir münacatında:
- Ey Rabbim! Bana, kullarına uyguladığın adaletini göster, diye duâ etti. Allahu Teala:
- Ey Musa! Sen atılgan, cesur ve aceleci birisin; sabretmeye gücün yetmez“ dedi. Musa (Aleyhisselâm):
- Senin özel yardımınla sabredebilirim, dedi. Allah (Celle Celâluhû):
- O zaman filan yerdeki çeşmenin yanına git, çeşmenin hizasında, orayı görebilecek bir yere gizlen; kudretime ve gaybî ilmimde sırlarıma bak! buyurdu.
Musa (Aleyhisselâm) çeşmenin yakınlarındaki bir tepeciğe çıktı ve kendini gizleyerek çeşmede olacakları gözetlemeye başladı.
Biraz sonra çeşmeye bir atlı geldi. Adam atından indi, abdest aldı, suyunu içti. Kuşağına bağlı ve içinde bin dinar bulunan kesesini çözerek yan tarafına koydu. Namaz kıldı. Sonra, acele ile atına bindi; altın kesesini orada unutarak çekip gitti.
Atlıdan sonra çeşmeye küçük bir çocuk geldi; çeşmeden su içti, o esnada altın kesesini gördü, onu alarak gitti.
Çocuktan sonra çeşmeye ihtiyar ve kör olan bir adam geldi; su içti, abdest aldı ve namaz kıldı. O sırada atlı, altın kesesini düşürdüğünü anlayınca geri döndü. Çeşmenin yanında ihtiyar kör adamı görünce hemen yakasına yapışıp ona:
“Ben burada az önce bir para kesesi düşürdüm; kesemi bana ver! Çünkü buraya senden önce başka birisi gelmedi!” dedi. İhtiyar kör:
”Baksana ben yaşlı ve kör birisiyim! Nasıl olur da senin keseni görebilirim?” dedi. Atlı, yaşlı adamın sözüne inanmadı, kızdı; kılıcını çektiği gibi adamı orada öldürdü. Yaşlı adamın üzerinde kesesini aradı ama bulamadı. Atına binip tekrar yoluna koyuldu. Musa (Aleyhisselâm) o an daha fazla dayanamayarak:
“Ey Rabbim! Sabrım tükendi. Ben biliyorum ki sen en adilsin. Acaba bu gördüğüm şeylerin aslı nedir?” dedi. O esnada Cebrail (Aleyhisselâm) geldi ve şöyle dedi:
“Ey Musa! Allah (Celle Celâluhû) şöyle buyuruyor: ‘Ben senin bilmediklerini ve bütün gizlilikleri bilenim. Gördüklerine gelince:
- Keseyi alan küçük çocuk, hakkını ve kendisine ait olan malı aldı. Onun babası bu atlı adamın yanında ücretle çalışan bir işçiydi, ama parasını alamamış, alacakları birikmişti. İşte bu altınlar onun hakkıdır. Bu ihtiyar ise kör olmadan önce atlının babasını öldürmüştü. Bu da onu öldürerek (benim katımdaki) kısası uyguladı. Gördüğün gibi her hak sahibi hakkına kavuştu. Benim adaletim çok gizlidir.”
Bizler bu hikayeleri akıllı ve zeki insanlar düşünsünler, anlasınlar ve Allah’ın ilminden hiçbir şeyin gizli kalmayacağını bilsinler diye anlattık…
Yüce Allah (Celle Celâluhû) daha dünyada iken zalimden zulmünün hesabını sorar; cezasını verir. Bizler de: ‘Acaba bu bela ve musibet nereden başımıza geldi’ diye düşünür, işin aslından gafil kalırız.
KULA BELA GELMEZ HAK YAZMAYINCA
HAK BELA YAZMAZ KUL AZMAYINCA
HAK KULDAN İNTİKAM KUL İLE ALIR
DİN İRFAN BİLMEYEN BUNU KUL ETTİ SANIR

Kaynak : Yöneticilere Altın Öğütler İmam Gazali (Semerkand Yayıncılık)

23 Kasım 2017 Perşembe

SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZİ (SAS) RÜYAMDA GÖRDÜM

peygamberi rüyada görmek, hikaye, güzel hikaye, dini hikaye, kıssa, mecusi, hac görevi

ABDULLAH BİN MÜBAREK ANLATIYOR... OKUMADAN GEÇME

Kabe’ye yaptığım ziyaretlerden birinde Hz. İsmail’in makamına girmiş ve orada uyuya kalmıştım. Uyurken sevgili Peygamberimizi (sas) rüyamda gördüm. Bana şu emri veriyordu: “Hac ibadetini sona erdirip memleketin Bağdad’a döndüğünde falan mahalledeki mecusi (ateşperest) rahibini ziyaret et ve ona benden selam söyle. Ve ona Yüce Allah’ın kendisinden hoşnut olduğunu müjdele.” Bu sözleri söyledikten sonra Peygamber (sas) uykumdan kayboldu. Artık sesini duyamadım. Bir aralık uyandım. “La havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azim (Kuvvet ve kudret ancak yüce ve ulu Allah’ındır.)” diyerek bu rüya şeytanın vesvesesi olsa gerek dedim. Abdest aldım.
Kabe’yi tavaf ettim. Tekrar uyku bastı. Yine rüyamda aynı emri üç defa tekrarlayan sevgili Peygamberimizi gördüm. Bu defa rüyanın rahmani olduğuna kanaat getirmiştim. Hac ziyaretimi bitirip Bağdad’a dönünce ilk işim Peygamberimizin emanetini yerine getirmek üzere mecusi rahibini ziyarete gitmek oldu. İhtiyar adama önce şu soruyu sordum:
-Siz ateşperest rahibisiniz değil mi? Ben seni günahkar bir putperest bilir ve cehennemlik olacağına inanırdım. Sizin Allah’ın hoşnutluğuna kazanacak ameliniz var mı?
Adam mecusi bir rahipti ve ömrünü İslamiyette günah olan sapıkça şeyleri işleyerek geçirmişti. Çevresi tarafından da öyle bilinirdi. Hayat hikayesini anlatınca ömrünün neredeyse tamamını sapıklıkla geçirdiği anlaşılıyordu. Hikayesinin sonunda:
-Ama ben sonunda Müslüman oldum, dedi ve Müslüman olma hikayesini anlattı:
“Bir akşam karımda odamda yatıyordum. Kapım çalındı, içeriye Müslüman bir komşu kadın girdi. Ocağını tutuşturmak için elindeki lambayı, yanmakta olan kandilimden yakmak için geldiğini söyledi. Lambasını yakıp kapıdan çıkarken söndürdü ve tekrar yakmak üzere odama döndü. Aynı hareketi birkaç kere daha tekrarlayınca kadından şüphelenmeye başladım. Aklıma kötü şeyler gelmeye başladı. Acaba kadının elindeki lamba kapıya çıkınca rüzgar tarafından gerçekten söndürülüyor mu idi; yoksa kadın tekrar tekrar girebilmek için bir bahane mi icat ediyordu? Acaba bu kadın benim neler yaptığımı gözleyen ve evimin içinde bir şeyler arayan bir casus mudur, diye düşünmeye başladım. Anlaşılan kadın da şüphelendiğimi, içime kurt düştüğünü sezmiş olacak ki sonuncu seferinde yanan lambasını iyice koruyup sönmesine engel olarak kapımdan çıktı ve evinin yolunu tuttu. Bir defa içime endişe düşmüştü, ben de gizlice odamdan çıkarak kadını izlemeye başladım. Evinin kapısına varınca kadın içeri girdi. İçeriden küçücük çocukların dinmeyen ağlayışları arasında annelerine “açız açız yemek ver bize.” diye yalvardıklarını duydum. Kadın da çaresizlik içinde çocukları ile birlikte hüngür hüngür ağlıyordu. Kapıyı vurarak içeri girdim. Kadın beni karşısında görünce önce şaşa kaldı ve arkasından ziyaretimin sebebini sordu. Üst üste dönüp lamba yakmasından şüphelendiğim için gizlice peşinden geldiğimi, ağlama seslerini duyunca da içeri girdiğimi söyledim. Sözlerim bitince kadın derinden bir iç çekerek bana şu sözleri söyledi. “Yetim yavrularımla birlikte günlerden beri açız, buna rağmen günlerden beri bağrıma taş basıyor ve Allah’tan başkası önünde el açmanın küçüklüğüne katlanamıyordum. Fakat bugün sana gelirken sabrım iyice tükenmişti. Çocuklarıma bir şeyler istemeye kararlıydım. Ama bir türlü cesaret edip halimi sana açamadım. Bu şaşkınlık ve çaresizlik içinde kapı ile odan arasında dönüp durdum. Lambanın sönmesini de utangaçlığıma bahane ettim.”
Kadının bu sözleri bana çok tesir etmişti. Hemen eve gittim. Hazırda ne bulduysam alıp getirdim ve zavallı dula verdim. Kadının yüzüm gülümsemeye başladı ve yemeklik bir şeylerin eve girdiğini anlayan yetim yavruların çığlıkları da biraz hafifledi. Az önce içinden yaslı ağlayışlar yükselen evin kederi dinmiş yerine neşeli bir hava esmeye başlamıştı. O anda dara düşmüş komşunun sıkıntısına geçici olarak da olsa çare buldum diye içimde anlatılmaz derecede sevinç duydum.
Kadının onurunu koruma mücadelesi beni etkilemişti, önceki yaptıklarıma tövbe edip Müslüman oldum. Ama beni insanlar eski şöhretimden dolayı hala mecusi rahip olarak tanırlar.
Sözünün burasında rahibe “yeter söylediklerin bana kafidir.” diyerek sözünü kestim. İki cihan güneşi Peygamberimizin (sav) bu adama eden selam gönderdiğini iyice anlamıştım. İnsanlığa ömrü boyunca merhamet ve yardımseverliği öğretmeye çalışan yüce Peygamberimiz (sav) rahibin komşusuna gösterdiği yakınlığı pek beğenmişti. Yüce Allah (cc) cümlemizi komşularını yakından gözeten, sıkıştığı anlarda onların yardımlarına koşmayı vazife bilen kullarından eylesin, Amin!…

22 Kasım 2017 Çarşamba

Hamalın ibretlik duası

hikaye, güzel hikaye, dini hikaye, kıssa, hamal, dua, hayırlı dua,

Hamalın ibretlik duası

- Rızkını sırtında ağır yük taşıyarak kazanan hamalın biri namazlarında daima:

Ya Rabbi, bana ne vereceksen hayırlısını ver, bir ekmek de olsa

Hayırlısından ihsan eyle, diye dua ediyormuş
Adamın hep aynı duayı tekrarlaması, yanındakilerin dikkatini çekmiş.

Nihayet biri, bir gün sormadan edememiş:

Kardeşim, sen her namazdan sonra duada: " Ya Rabbi, bana ne vereceksen hayırlısını ver, bir ekmek de olsa yine hayırlısından ihsan eyle" diye yalvarıyorsun. Ekmeğin hayırsızı da mı olur ki?

Hamal cevap vermiş: Birader, benim başıma geleni bir bilsen sen de aynı duayı tekrarlamaktan kendini alamazsın.

Yanındakiler iyice meraklanmışlar: Neymiş başına gelen, anlat da biz de duyalım.

Hamal, bakın başıma ne geldi, diyerek başlamış anlatmaya: Ben ekmeğini sırtındaki ağır yüklerin altında inleyerek kazanan bir insanım. Bir gün yine bir yokuş yukarı sırtımda ağır yükle çıkarken fena halde yorulduğumdan sırtımdaki yükü yere indirdim. Alnımdan damlayan terleri silerken içimden bir feryat koptu, dedim ki:
"Hey Ya Rabbi, yediğim ekmeği bana ne kadar da zor veriyorsun. Ne olur, bu bir ekmeği şöyle oturduğum yerden kazanmayı ihsan eylesen de, böyle kan ter içinde kalmasam.

Tam bu dua ağzımdan çıkar çıkmaz, birden karşımda iki kişinin sille tokat dövüştüklerini gördüm. Dayanamadım, aralarına girip ayırırken birinden yediğim bir yumrukla yüzüm kan revan içinde kaldı, işte o sırada gelen polisler, beni de kavgacılardan biri zannederek doğruca hapse attılar.

Mahkemeye çıkıncaya kadar yattığım hapiste her gün bana ekmek veriliyordu. Sırtüstü yattığım yerde ayağıma gelen bu ekmeği sıkıntı ve üzüntüden yiyemiyordum. Kendi kendime diyordum ki, işte ne sırtında yük taşıyorsun, ne de alnından öyle soğuk terler akıyor. Sana oturduğun yerde bedavadan gelen ekmek. Zevkle yesen ya… Ne var ki, dışarıda çalışarak alın teriyle kazandığım o ekmek, hapiste ayağıma gelen bu bedava ekmekten çok daha huzur verici ve lezzetliydi.

O zaman anladım ki, ben yanlış dua etmişim. Oturduğum yerden bir ekmek ver demişim, ama hayırlısından ver dememişim. İşte o günden bu yana dualarımda isteğimi değiştirdim.

Rabbimden zahmetli de olsa hayırlısını, huzurlusunu vermesini niyaz ediyorum.

21 Kasım 2017 Salı

KUL HAKKI (Muhteşem bir dini hikaye)

kul hakkı, şehit, dini hikaye

KUL HAKKI (Muhteşem bir dini hikaye)

Abdülkadir iki aylık hamile eşi ile sabah kahvaltısı yaparken,

Minarelerden acı acı Salâlar veriliyor ve ardından..

Komşu kasabaya düşmanın baskın yaptığı bildiriliyor ve Allah aşkına eli silah tutanların Merkez Câmii önünde toplanması isteniyordu.

Bir anda tıkanan ve ağzındaki lokmayı güçlükle yutan genç, eşine dönerek; “Düşman, benim din kardeşlerime saldırırken..

Ben evde oturamam! Ne olur bana hakkını helal et” diyor ve silahını kaptığı gibi Merkez Câmiinin önüne gidiyor.

Aylar sonra eşinin şehit haberini alan genç hanım, ben bu acıya dayanamam diye bağırıp çağıracağı anda Hazret-i Âmine’nin de Peygamberimizi babasız doğurduğunu hatırlayınca!..

“Allah’ım bana sabır ver. Âhirette eşimden ayırma ve karnımdaki yavrumu sâlihlerden eyle” diye dua ediyor.

Aradan aylar geçiyor ve ana karnında yetim kalan çocuk dünyaya geliyor.

Beş yaşına kadar annesinin yanından hiç ayrılmayan ve Baba diye bir şey bilmeyen çocuk, beş yaşından sonra dışa- rı çıkmaya başlıyor ve yaşıtlarının “Baba! Baba!” diye birilerine koştuklarını görünce, ağlayarak eve geliyor ve annesine…

“Anne! Arkadaşlarımın hepsinin babaları var da neden benim babam yok?” diye soruyor.

Bir anda çok duygulanan ve göz yaşlarını tutamayan an- nesi; “Yavrum! Senin de baban var ama çok uzaklara gitti” diye cevap veriyor.

Ara sıra aynı soruyu soran ve aynı cevabı alan çocuk, zamanla gerçeği öğreniyor ve annesini üzmemek için bu konuyu kapatıyor.


Aradan yıllar geçiyor ve çocuk 12 yaşına gelince eline bir şiir geçiyor. Bu şiirde kendini bulan çocuk, eve gelip odasına kapanıyor ve ağlayarak okumaya başlıyor.

Anne! Anne! Babam yok mu? Nerde kaldı gelmedi? Gözlerimden akan yaşı, hiç kimseler silmedi!

Ben büyüdüm, beni görüp murâdına ermedi! Geçti anam, geçti artık, ağlamanın zamanı

Çok bayramlar geldi geçti, bir elbise görmedim! Çok geceler aç yattım, hiç kimseler bilmedi!...

Yavrusunun okuduğu şiiri dışarıda gizlice dinleyen ve çok duygulanan anne, birden içeri giriyor ve yavrusunun boynuna sarılıp ağlamaya başlıyor.

Ana-oğul ağlaşırken bir ara uykuya dalan çocuk, rüyâsında babasını görüyor ve “Baba! Sen ölmedin mi?” diye soruyor.

Babası; “Yavrum ben ölmedim! Ben şehit oldum! Şehitler ölmez ki” diyor ve sonra,

“Üstünde kul hakkı olmayan arkadaşlarım, diledikleri an Cennet’in içene girip gezerken,

Benim üstümde kul hakkı olduğundan, Cennet’in kapısına kadar gittiğim halde içeri giremiyorum!”

Çocuk; “Babacığım! Üstünde nasıl bir kul hakkı var” deyince, babası; “Komşumuz Hasan Amca’ndan ödünç olarak bir tas un al- mıştım. Onu ödeyemeden şehit oldum. Annen o tası biliyor” diyor.

Sevinçle uyanan çocuk, “Anne! Ben babamı gördüm. Babam ölmemiş, şehit olmuş” diyor, gördüğü rüyâyı anlatıyor ve sonra..

“Anneciğim, o tasa un doldur da Hasan Amca’ya götüreyim, babam Cennet’e girsin” diyor.

Annesi tası hazırlayınca, koşarak Hasan amcasına gidiyor, gördüğü rüyâyı anlatıyor ve “Hasan Amca, ne olur babama hak- kını helal eder misin?” deyince,

Hasan Amca ağlayarak çocuğu kucaklıyor. “Unu aldım, kabul ettim, babanın borcu ödendi ve ona bütün hakkım helal ol- sun” diyor.

Sonra, “Bu benden size hediye olsun” diye, elindeki un dolu tası tekrar çocuğa veriyor. Ayrıca o anda cebinde ne kadar parası varsa, hepsini çocuğun cebine koyuyor.

17 Ekim 2017 Salı

25 Eylül 2017 Pazartesi

BUNDA DA BİR HAYIR VARDIR

yerli, kabile, ilkel kavim, yamyam, et yiyenler, hikaye
BUNDA DA BİR HAYIR VARDIR... Bir zamanlar Afrika’daki bir ülkede hüküm süren bir kral varmış. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazmış. Nereye gitse onu da beraberinde götürürmüş. Kralın bu arkadaşının ise sıradışı bir alışkanlığı varmış. İster kendi başına gelmiş olsun,ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep “Bunda da bir hayır var!” dermiş. Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıkmışlar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da avlanıyormuş. Arkadaşı , tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yapmış ve kral ateş ederken tüfeği geri tepmiş, kralın başparmağı kopmuş. Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü söylemiş: “Bunda da bir hayır var!” Kral acı ve öfkeyle bağırmış: “Bunda hayır falan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu!” Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırmış. Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyormuş. Yamyamlar onları ele geçirip köylerine götürmüşler. Ellerini, ayaklarını bağlayıp köy meydanında yaktıkları kocaman ateşin başında toplanmışlar. Kral ve adamlarını pişirmeye hazırlanıyorlarmış ki , kabile reisi, kralın başparmağının olmadığını farketmiş. Kabilenin, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanlar yenmiyormuş. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlarmış. Korkuyla, kralı çözmüş, serbest bırakmışlar. Diğer adamları ise pişirip yemişler. Kral , kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini düşündükçe,onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman olmuş. Hemen zindana , arkadaşının yanına koşmuş ve başından geçenleri bir bir anlatmış.”Haklıymışsın! Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.Yaptığım bu haksızlıktan ötürü beni affetmeni istiyorum.” “Hayır” diye karşılık vermiş arkadaşı. “Bunda da bir hayır var… ve asıl ben size teşekkür etmeliyim.” “Ne diyorsun Allah aşkına?” diye haykırmış kral. “En yakın arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir?” Arkadaşı yanıt vermiş; “Düşünsenize, ben zindanda olmasaydım, sizinle birlikte avda olurdum…Ve sonra!!!…”

7 Ağustos 2017 Pazartesi

OSMANLI KISSA GÜZEL CEVAP...

osmanlı, savaş meydanı, savaş, toplar, silah, bayrak, sancak, osmanlı savaşları,
YAVUZ SULTAN SELİM HAN'IN KURTBAY'A VERDİĞİ GÜZEL CEVAP...

“Yavuz Sultan Selim Han, Mısır’ı aldığından esir düşen kumandanlardan Kurtbay’ı huzuruna getirttirir.
Kurtbay’a:

- Kurtbay, yiğitlik ve cesaretine cidden hayran oldum. Sinanıma (Sinan Paşa) ve orduma yaptığını da biliyorum. Lakin imdi senin şecaat ve cesaretin neye yaradı. Akıbet, memleketinizi kaybettiniz. O bahadırhane saldırışlar ne oldu? Ol şecaat nerdedür, dedi.

Kurtbay:

- Hünkârım! Allah’a şükür, şecaat ve cesaretim bakidür. Lakin memketimizi siz kendi bahadırlığınız ve yiğitliğinizle almadınız. Bize ne yaptı ise ölüm saçan o menfur toplarınız yaptı. Onlar memleketimizin kaybına sebep oldu, dedikten sonra şöyle ilave etti:
- Sultan Kansu zamanında bir Berberi, Venedik’ten top getirip Mısır’a satmak istedi. Fakat rical-i devlet, Peygamber Efendimiz’ (s.av.)’in “Kılınç ve ok kullanınız” emr-i şerifine aykırı görerek bu topları almadı. O zaman o Berberi zat: “Yaşayan görecektir ki, bu memleket, bu toplara sahip olan bir millet tarafından elinizden alınacaktır” diye bağırmıştı. Görünen o ki Berberi haklı imiş, dedi.

Bunun üzerine, Yavuz Sultan Selim Han:
- Kudret ve kuvvet Cenab-ı Hakk’ındır, amenna. Kur’an ve sünnete bu kadar bağlı iken neden Resulullah Efendimizin (s.a.v) “Silaha aynı silahla karşılık veriniz” şeklindeki emr-i şerifini yerine getirmediniz. 900 sene geçti. O zaman kılınç ve ok devri idi. Şimdi top devridir, dedi.”

(Kaynak: İrfantakvimleri)

16 Haziran 2017 Cuma

AŞK...

aşk, kalp, sevgi, namaz, zemin, duvar
AŞK...

Leylâ’nın aşkıyla çöllere düşmüş olan Mecnun, farkında olmadan namaz kılmakta olan bir kimsenin önünden geçer. Namaz kılmakta olan kimse selâm verip namazdan çıktıktan sonra hiddetle seslenir:

“– Namaz kılanın önünden geçilmez, bilmez misin?!”

Mecnun, o kimseye şu mukâbelede bulunur:

“– Ben, Leylâ’nın aşkından seni göremedim ki! Asıl sen, huzurunda namaz kıldığın Allâh’ın aşkından beni nasıl görebildin?!” 

(Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından-2, Erkam Yay.)

2 Haziran 2017 Cuma

Kanuni'nin Müthiş Rüyasi

kanuni, Sultan Süleyman, padişah, surlar, istanbul, fetih, rüya, hikaye

Kanuni'nin Müthiş Rüyasının Hikayesi

Rivayet olunur ki bir kutlu gecede, Kanuni Sultan Süleyman, rüyasında Resulullah efendimizi görür.
Sultan Süleyman, peygamber efendimizi takip ederek bugün Süleymaniye''nin inşa edilmiş olduğu yaklaşık yetmiş dönümlük arazinin bulunduğu çok güzel manzaralı tepeye gelirler. Bu tepe, hem Haliç''i hem de Boğaziçi''ni mükemmel bir açıdan görür.
Peygamber Efendimiz, Sultan Süleyman''a; “Mihrabı buraya, minberi buraya olsun” der.
Kanuni Sultan Süleyman kutlu rüyadan uyanır, şükürler eder. Mimar Sinan''ı çağırtır. Hiçbir açıklama yapmadan büyük bir heyecan ile rüyada gördüğü yere götürür:
“Buraya bir cami bir de külliye yapacağız.” diye sözlerine başladığında, Mimar Sinan söze karışır:
“Sultanım, mihrabı burada, minberi burada olsun…”
Sultan Süleyman şaşırır: “Sinan sen bu işten haberli gibisin” der. Mimar Sinan cevap verir: “Sultanım dünkü rüyanızda ben de bir adım gerinizde geliyor idim…

13 Nisan 2017 Perşembe

SULTAN ALPARSLAN'IN SON SÖZLERİ

savaşçı, kask, zırh, sultan alparslan, malazgirt, padişah, hükümdar, selçuklu
SULTAN ALPARSLAN'IN SON SÖZLERİ...

1072’de Mâverâünnehir’de, Alparslan’a karşı isyan eden Melik Tekin’in, en yakın adamlarından ve bir kale komutanı olan Yusuf Harezmî yakalanarak huzura getirilmişti. Alparslan, serbest bırakılmasını istemiş; fakat âniden gelişen bazı beklenmedik tâlihsiz hâdiselerin etkisi sonucu Harezmî, Sultanın bir boşluğundan istifadeyle biranda saldırıp onu bıçaklamaya başlamıştı. Aldığı ağır yaranın etkisiyle bir müddet sonra vefat edecek olan Sultan Alparslan, bıçaklanmanın ardından etrafındaki adamlarına, ibret ve nasihat dolu şu son sözleri söylemişti: 

“Her ne zaman düşman üzerine azmetsem Allah-u Teâlâ Hazretlerinden yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda askerimin çokluğundan, ordumun ağırlığından bana, ayağımın altındaki dağ çalkalanıyor gibi geldi. Kuvvetimle mağrur oldum. Kendi kendime “Ben dünyanın pâdişahıyım. Bana kim galebe edebilir!” dedim. Bugün, Cenâb-ı Hak en âciz bir kulu ile beni âciz kıldı!.. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allah’u Teâlâ’dan af diliyor, tövbe ediyorum. Lâ ilahe illallâh Muhammedü'r-rasûlullâh...” diyerek şehit oldu.

10 Nisan 2017 Pazartesi

NEFİS MÜCADELESİ

zülfikar, kılıç, iki uçlu kılıç, Hz. Ali'nin kılıcı, Hz. Ali,
Hz. ALİ (ra) 'den NEFİS MÜCADELESİ ÖRNEĞİ...

Bir gazâda Hz. Ali, bir düşman neferini altına almış, tam onu öldürmek üzereydi. Ölümün pençesine kendisini kaptıran adam, âcizlik içinde iğrenç bir davranışa meylederek Hz. Ali’nin mübârek yüzüne tükürdü.
Allâh’ın gâlip arslanı Hz. Ali, o an nefsinin galebesinden endişe ederek birdenbire durdu ve elindeki kılıcı yere indirip düşmanını öldürmekten vazgeçti.
Bu hâl, tam öldürüleceği anda serbest kalan kâfirin gönlünde büyük bir muammâ oldu. O hengâmede savaşı, kavgayı unuttu, Hz. Ali’ye niçin kendisini serbest bıraktığını sordu. O Hak âşığı şöyle buyurdu:

“- Bizim gazâmız iki türlüdür: 
Biri, senin gibi kâfirle gazâ etmektir ki, Allah rızâsı için olur. 
Diğeri de nefsimizle gazâdır ki, nefsânî arzuları köreltmekle olur. Seninle savaşmam, Allah rızâsı içindi. Fakat sen benim yüzüme tükürdüğünde seni öldürseydim, nefsimin öfkesini tatmin etmek için öldürmüş olurdum ve nefsim beni mağlûb etmiş olurdu. Bu yüzden seni âzâd ettim. Nefsimi zaptedip gazâ-yı ekber etmiş oldum. Zîrâ bir mü’minin, nefsinin arzularına esir olması, senin gibi bir kâfirin zararından daha büyüktür.” 
(Ramazanoğlu Mahmud Sâmî, Hz. Aliyyü’l-Murtezâ, sf. 117.)

O gönül erinin bu ârifâne cevâbı karşısında, kâfirin gözünden gaflet perdeleri kalktı, gönlü îman nûruyla aydınlandı. Daha sonra Hz. Ali’yle birlikte nice gazâlara katıldı. Hak uğrunda öfke ile nefsinden gelen öfkeyi birbirine karıştırmadan, önce nefsine, sonra da düşmana karşı kahramanca savaştı. 

(Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Rahmet Esintileri, Erkam Yay.)