28 Mart 2017 Salı

KARTALLAR YALNIZ UÇAR

kartal, akbaş kartal, kuş, yırtıcı kuş, gökyüzü, şiir
Karanlık aydınlıktan, yalan doğrudan kaçar.
Güneş yalnızda olsa etrafına ışık saçar.
Üzülme, doğruların kaderidir yalnızlık.
Kargalar sürü ile, kartallar yalnız uçar.
(Ömer Hayyam)

27 Mart 2017 Pazartesi

24 Mart 2017 Cuma

ÇOCUK UYUTMAK.

çocuk, çocuk uyutmak, aile, anne, baba, kardeş, komik resim
Kim kimi uyutuyormuş :) :) :)
Dandini dandini dastana danalar girmiş bostana eee eee eee :) :)


23 Mart 2017 Perşembe

ALLAH DA MI GÖRMÜYOR?

kova, bakraç, süt, inek sütü, süt koymak
ALLAH DA MI GÖRMÜYOR?

Bir gece vaktiydi. Hz. Ömer (ra), mûtâdı olduğu üzere Medîne sokaklarını gezmekteydi ki, ansızın durakladı. Önünden geçmekte olduğu evden dışarıya kadar taşan bir tartışma sesi dikkatini çekmişti. Bir ana, kızına:

“– Kızım, yarın satacağımız süte biraz su karıştır!” demekteydi.
Kız ise:

“– Anacığım, halîfe süte su karıştırılmasını yasak etmedi mi?” dedi.
Ana, kızının sözlerine sert çıkarak:

“– Kızım, gecenin bu saatinde halîfe süte su kattığımızı nereden bilecek?!.” dedi.
Ancak gönlü Allâh sevgisi ve korkusu ile dipdiri olan kız, anasının süte su katma hîlesini yine kabullenmedi:

“– Anacığım! Diyelim ki halîfe görmüyor, peki Allâh da mı görmüyor? Bu hîleyi insanlardan gizlemek kolay, ama her şeyi görüp bilen Kâinâtın Hâlıkı Allâh’tan gizlemek mümkün mü?..” dedi.

Rabbânî hakîkatlerle dolu temiz bir vicdan ve diri bir kalbe sâhip olan bu kızın, derûnî bir Allâh korkusu içinde annesine verdiği cevap, Hz. Ömer (ra)’ı son derece duygulandırdı. Mü’minlerin Emîri, onu sıradan bir sütçü kadının kızı değil, gönlündeki takvâsı ile müstesnâ bir nasip bildi ve oğluna gelin olarak aldı. Beşinci halîfe olarak zikredilen meşhur Ömer bin Abdülazîz, işte bu temiz silsileden doğdu.

(İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, II, 203-204)

21 Mart 2017 Salı

HIRS

el, karakalem, çizim, ağaç, karamsarlık,
Kanaatten hiç kimse ölmedi,
hırsla da kimse padişah olmadı. 
(Hz. Mevlana)

20 Mart 2017 Pazartesi

GÜZEL VE ÖZLÜ SÖZLER

İnsan her şeyi anlatamaz, zaten kelimeler de her şeyi anlatmaya yetmez.
Cengiz Aytmatov

4. MURAD HAN RÜŞVETÇİYİ NASIL YAKALADI?

4. Murad han, Murad Han, padişah, kılıç, osmanlı,
DÖRDÜNCÜ MURAD HAN RÜŞVETÇİYİ NASIL YAKALADI?

Bir gün Sultan Dördüncü Murad'a gelip, subaşılardan (polis) birinin halktan rüşvet aldığını, bildirdiler.
Padişah hemen bir müfettiş görevlendirdi ve şikâyeti araştırmasını emretti. Müfettiş tam bir ay adamı takip et­tiği halde suçüstü yakalayamadı. Gelip durumu Padi­şah'a arzetti:
— Padişahım, zannedersem halk yanılıyor, şikâyet edilen subaşının rüşvet aldığına dair bir işarete rastla­madım.
Padişah kaşlarını çattı:
— Benim halkım yanılmaz, dedi, ama sende feraset yoktur.
— Feraset de ne ola ki Padişahım? Şöyle cevap verdi:
— Peygamber Efendimiz (sas) buyuruyor ki:
"Mü'minin ferasetinden sakının. Çünkü o Allah'ın nu­ruyla bakar." Feraset üstün zekâ. üstün kabiliyettir, an­layıştır. Hadi git...
Müfettişi gönderdikten sonra rüşvet aldığı iddia edilen subasını huzuruna çağırttı. Ona bir kese uzattı.
— Bunu al, sabah namazında Ayasofya Câmii'ne git, top kandilinin altında seni bekleyen fakire ver.
Adam keseyi aldı, kuşağının arasına koydu ve izin isteyip Padişahın huzurundan ayrıldı.
Ve sabah namazında Ayasofya Camii'ne gitti... Padişah'ın söylediği yerde kendisini bekleyen dilenci kılıklı adama keseyi uzattı:
Adam keseyi aldı.
— Allah Padişahımıza ve devletimize zeval vermesin, diye dua ederek koynuna attı. Subaşı gittikten sonra keseyi koynundan çıkarıp saydı. Yalnızca beş altın vardı.
Ertesi gün öğle üzeri halk rüşvetçi subaşının padişah tarafından yakalanıp cezalandırıldığı haberiyle bayram ediyordu. Bir belâdan kurtulmuşlardı.
Müfettiş işi merak etti. Kendisi bir ay peşinde dolaştığı halde adamı yakalayamamıştı da, padişah bir gece içinde bunu nasıl başarmıştı? Huzuruna çıkıp sorunca Padişah:
— Feraset dediğim budur işte. dedi. Adama verdiğim kesede elli altın vardı. Ama camide bekleyen fakire sadece beş altın verdi. Demek kırk beş altını kendi cebine attı. Böylece haram yediği anlaşıldı.
— Padişahım, kesede beş altın olduğunu nereden bildiniz?
Dördüncü Murad güldü:
— Camideki dilenci bendim. Bir suçluyu yakalamak için yapmayacağım yoktur. Çünkü ben Allah'tan korkarım.
Müfettiş, Padişahın ellerini minnetle öptükten sonra:
— Ferasetin ne demek olduğunu anladım, diye mırıldandı.

(kaynak: 
irfantakvimleri)

19 Mart 2017 Pazar

18 Mart 2017 Cumartesi

ANADOLU GEÇİLMEZ

Cepheyi  değiştiriyorlar ama  bilin ki ANADOLU GEÇİLMEZ.
(Şükrü Aygün)

ÇANAKKALE

GELDİLER GÖRDÜLER GİTTİLER.
GELİRLERSE YİNE GÖNDERİRİZ İNŞALLAH...

17 Mart 2017 Cuma

ENDONEZYA NASIL MÜSLÜMAN OLDU?

endonezya, endonezyalı müslümanlar, müslüman çocuklar, çocuk, öğrenci, talebe


Kumaş ticaretiyle uğraşan müslüman bir tâcir, günün birinde kumaşlarını bir gemiye yükleyerek Endonezya’ya gider ve oraya yerleşerek ticaretine devam eder.
Getirdiği kaliteli kumaşlar, tam da halkın aradığı cinstendir. Kendisi ise kanaat sahibi bir mü’min olduğundan; “Varsın kazancım az olsun, lâkin temiz ve helâl olsun.” düşüncesindedir. Bu sebeple “gabn-i fâhiş” denilen, bir malı değerinin çok üstünde satma fırsatçılığına meyletmez. Kısa zamanda zengin olma hayal ve hırsına kapılmaz.
İşe geç geldiği bir gün, tezgâhtarın sattığı mallardan çok yüksek bir kâr elde ettiğini görür ve bunun üzerine tezgâhtar ile aralarında şöyle bir konuşma geçer:
“–Hangi kumaştan sattın?”
“–Şu kumaştan efendim.”
“–Kaça sattın?”
“–On akçeye.”
“–Nasıl olur? Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Adamcağızın bize hakkı geçmiş. Görsen tanır mısın onu?”
“–Evet, tanırım!”
“–O hâlde hemen git ve o müşteriyi buraya getir. Onunla vakit kaybetmeden helâlleşmem lâzım.”
Tezgâhtar gider, müşteriyi bulup getirir. Dükkân sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, kendisinden helâllik ister ve tezgâhtar tarafından alınan fazla parayı da müşteriye uzatır. Müşteri ise daha evvel hiç karşılaşmadığı bu güzel muâmele karşısında büyük bir hayret içindedir. Kendi kendine; “Hakkını helâl et?” cümlesindeki derin mânâyı kavramaya çalışır.
Bu hâdise kısa sürede dilden dile dolaşır. Çok geçmeden de kralın kulağına kadar ulaşır. Sonunda kral, kumaş tüccarını saraya çağırır ve:
“–Sizin yaptığınız bu davranışı biz daha önce ne duyduk, ne de gördük! Sizin bu hâliniz, bize bir muammâ oldu. Bunu îzah eder misiniz?” der.
Tüccar ise kemâl-i edeple:
“–Ben bir müslümanım. İslâm’da ise mülk, Allâh’ındır. Kul sadece bir emanetçidir. Ayrıca İslâm’da haksız menfaat, fâiz, istismar, gabn-i fâhiş (kandırmak sûretiyle değerinin çok üstünde satış yapmak) ve toplumun zararına olan bütün alışverişler yasaktır.
Bu alışverişte ise müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram karışmıştı. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.” cevâbını verir.
Bunun üzerine kral:
“–İslâm nedir? Müslüman olmak neyi gerektirir?” gibi soruları peş peşe sıralamaya başlar.
Tüccar da soruları birer birer, tatlı bir dil ve zarif bir üslûp ile cevaplandırır.
Böyle bir dînin varlığını bu hasbihâl vesîlesiyle ilk defa duyan kral, fazla vakit geçirmeden İslâm ile şereflenir. Kısa bir müddet içinde halk da müslüman olur.

İşte Dünya devletleri içinde -yaklaşık 250 milyonluk- en yoğun müslüman nüfusuna sahip olan bugünkü Endonezya’nın İslâm’ı kabul etmesindeki sır, belki de sadece bu beş akçelik kumaş ticaretinde sergilenen İslâm ahlâkıdır. Müslüman tâcirin yaptığı şey ise:
Gerçek bir müslüman şahsiyetiyle İslâm’ın güler yüzünü ve rûhânî dokusunu fiilen sergilemekten ibârettir.
Bugün bizler de, güç ve imkânımız ölçüsünde üzerimize düşen vazifeleri en güzel bir üslûpla îfâ etmeliyiz. Bilhassa İslâmʼın tebliğ ve temsili hususundaki mesʼûliyetlerimize son derece îtinâ göstermeliyiz. Dünyanın her tarafındaki hidâyet mahrumlarına ve zulme mâruz kalan din kardeşlerimize karşı vazifelerimizi unutmamalıyız. Bu husustaki ihmal ve gafletin, Hak katında büyük bir vebâl olacağını, hatırımızdan çıkarmamalıyız.

Kaynak: Mehmet Paksu, Îman Hayata Geçince.

15 Mart 2017 Çarşamba

NASİHATLER

Lokman Hekim Diyor Ki...

Ulemanın yanında dilini koru! 
Evliyanın yanında gönlünü koru! 
Namazdayken kalbini koru! 
Yemekteyken mideni koru! 
Başkasının evinde gözünü koru! 
Halkın arasında dinini koru! 
İki şeyi unutma: 
Allah’ı ve ölümü! 
İki şeyi unut: 
Başkasına yaptığın iyiliği, 
başkasının sana yaptığı kötülüğü!

14 Mart 2017 Salı

BİR TEVAZU ÖRNEĞİ...

hz. mevlana, hacı bektaşı veli, eski insanlar, kıssa, hikaye, dini hikaye,
BİR TEVAZU ÖRNEĞİ...

Bir adam kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için, ineği Hacı Bektaş Veli'nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu. Durumu Hacı Bektaş Veli'ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli:
-"Helal değildir" diye bu kurbanı geri çevirir.

Bunun üzerine adam, Mevlevi dergahına gider ve aynı durumu Mevlana'ya anlatır. Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de anlattığını ama onun kabul etmediğini söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.
Mevlana şöyle der :
- "Biz bir karga isek, Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir."

Adam üşenmez, kalkar Hacı Bektaş dergahına gider ve Hacı Bektaş Veli'ye Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini birde Hacı Bektaş Veli'ye sorar.
Hacı Bektaş Veli'de şöyle der:
- "Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir."

13 Mart 2017 Pazartesi

10 Mart 2017 Cuma

DOST

dost, el tutmak, yardım etmek, yardımlaşma, uçurum, arkadaş
'Dost' çok ağır bir vasıf, zamanla çok az kişiye yakıştığını anlıyorsun.

1 Mart 2017 Çarşamba

22 Şubat 2017 Çarşamba

20 Şubat 2017 Pazartesi

SENİN EVİNDE HİÇ EŞYA YOK MU...?

kütük, balta, ağaç, orman, karakalem çizim, çizim,
SENİN EVİNDE HİÇ EŞYA YOK MU...?

Bir gün Peygamber Efendimiz’in yanına fakir biri gelip yiyecek bir şeyler istedi. Allah Rasûlü (sav) ona:
“-Senin evinde hiç eşya yok mu?” diye sordu. O zât:
“-Bir kısmını üzerimize örtüp bir kısmını yere serdiğimiz bir çulumuz var. Bir de su kabımız.” dedi.
Rasûl-i Ekrem (sav):
“-Onları bana getir!” buyurdu.
Peygamber Efendimiz onları eline aldı ve etrafındakilere:
“-Bunları kim satın almak ister?” diye sordu.
Sahâbîlerden biri, onlara bir dirhem vereceğini söyledi. Rasûlullah (sav):
“-Artıran yok mu?” diye birkaç defa seslendi ve iki dirhem veren sahâbîye onları sattı. Parayı fakir sahâbîye uzatarak:
“-Bunun bir dirhemiyle âilene yiyecek al. Kalan parayla da bir balta satın alıp bana getir!” buyurdu.
Efendimiz, baltaya kendi elleriyle bir sap takıp:
“-Haydi, şimdi git; bununla odun kes ve sat! On beş gün çalış; ondan sonra yanıma gel!” buyurdu.
Bu sahâbî, on beş gün sonra Efendimiz’in yanına geldi. On dirhem kazanmış, bu parayla kendine ve âilesine elbise ve yiyecek almıştı. Rasûlullah (sav) buna çok sevindi ve şunları söyledi:
“-Dilencilik, kıyâmet günü yüzünde bir leke gibi görüneceğine, bu senin için daha hayırlı değil mi?” 

(KAYNAK: Ebû Dâvûd, Zekât, 26/1641; İbn-i Mâce, Ticârât, 25)

13 Şubat 2017 Pazartesi

ÖĞÜT

mevlevi, hz. mevlana, çölleşme, kuraklık,
"Sana ne öğüt vereyim; Sana çobanlık emretmişler, sen kurtluk ediyorsun... Sana bekçilik emretmişler, sen hırsızlık yapıyorsun... Allah seni sultan yaptı, sen şeytanın sözü ile hareket ediyorsun..."
(Hz. Mevlana)

1 Şubat 2017 Çarşamba

KÖRDÜĞÜM GİBİ...

kördüğüm, gül, urgan, halat, ip, gonca,
KÖRDÜĞÜM GİBİ...

Hz. Aişe, Peygamberimizle (sas) yeni evlenmişti.
Eşinin kendisini sevip sevmedigini merak etmekteydi,
ya da kendisini ne kadar ve nasıl sevdigini…
Hz. Aişe bu düşüncesini Peygamber Efendimizle (sas) konuşmadan edemedi.

“Ey Allah’ın Resulü (sas), beni seviyor musun?”
“Evet, Ya Aişe tabi seviyorum!”
Aişe dahasını da merak ediyordu acaba nasıl seviyordu? Hemen sordu:

“Beni nasıl seviyorsun?”

Peygamberimiz (sas) sevgi şeklini tanımladı eşine;
“Kördüğüm gibi”
bu cevap Hz. Aişe’yi cok sevindirdi, çünkü kördügüm açılamazdı.
Açılmayan, bitmeyen sırlı bir sevgi demekti.

Alacagı cevap onu çok mutlu ettigi için, Hz. Aişe sık sık sorardı:
“Ey Allah’in Resulü (sas), kördüğüm ne alemde?”

Peygamberimiz (sas), Hz. Aişe’yi memnun eden cevabı verirdi her defasında:
“İlk günkü gibi…”.