17 Nisan 2017 Pazartesi

KUL HAKKI

kapı, tövbe kapısı, aydınlık, karanlık, çıkış, exit, eski kapı, taş kapı,
Tövbe Kapısı açık dediysek, yeni Günahlara koşman mı gerek?
İster bilerek, ister bilmeyerek, birde Kul Hakkı var unutmaman gerek...
(Necip Fazıl Kısakürek)

14 Nisan 2017 Cuma

GURUR

kumaş, ipek kumaş, ipek
"İpeği yapan böcek değil de, giyen kadın gururlanır."
(Cenap Şehabeddin)

13 Nisan 2017 Perşembe

SULTAN ALPARSLAN'IN SON SÖZLERİ

savaşçı, kask, zırh, sultan alparslan, malazgirt, padişah, hükümdar, selçuklu
SULTAN ALPARSLAN'IN SON SÖZLERİ...

1072’de Mâverâünnehir’de, Alparslan’a karşı isyan eden Melik Tekin’in, en yakın adamlarından ve bir kale komutanı olan Yusuf Harezmî yakalanarak huzura getirilmişti. Alparslan, serbest bırakılmasını istemiş; fakat âniden gelişen bazı beklenmedik tâlihsiz hâdiselerin etkisi sonucu Harezmî, Sultanın bir boşluğundan istifadeyle biranda saldırıp onu bıçaklamaya başlamıştı. Aldığı ağır yaranın etkisiyle bir müddet sonra vefat edecek olan Sultan Alparslan, bıçaklanmanın ardından etrafındaki adamlarına, ibret ve nasihat dolu şu son sözleri söylemişti: 

“Her ne zaman düşman üzerine azmetsem Allah-u Teâlâ Hazretlerinden yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda askerimin çokluğundan, ordumun ağırlığından bana, ayağımın altındaki dağ çalkalanıyor gibi geldi. Kuvvetimle mağrur oldum. Kendi kendime “Ben dünyanın pâdişahıyım. Bana kim galebe edebilir!” dedim. Bugün, Cenâb-ı Hak en âciz bir kulu ile beni âciz kıldı!.. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allah’u Teâlâ’dan af diliyor, tövbe ediyorum. Lâ ilahe illallâh Muhammedü'r-rasûlullâh...” diyerek şehit oldu.

12 Nisan 2017 Çarşamba

İYİ SENİN KAPIN VAR

tevbe kapısı, tevbe, kabe kapısı, kabe, Allah'ın evi, altın kapı,
"Aklım hergün tövbe eder. Nefsim heran tövbemi bozar. Arada kalmış bi çareyim iyi ki Senin kapın var."
(Hz. Mevlana)

10 Nisan 2017 Pazartesi

NEFİS MÜCADELESİ

zülfikar, kılıç, iki uçlu kılıç, Hz. Ali'nin kılıcı, Hz. Ali,
Hz. ALİ (ra) 'den NEFİS MÜCADELESİ ÖRNEĞİ...

Bir gazâda Hz. Ali, bir düşman neferini altına almış, tam onu öldürmek üzereydi. Ölümün pençesine kendisini kaptıran adam, âcizlik içinde iğrenç bir davranışa meylederek Hz. Ali’nin mübârek yüzüne tükürdü.
Allâh’ın gâlip arslanı Hz. Ali, o an nefsinin galebesinden endişe ederek birdenbire durdu ve elindeki kılıcı yere indirip düşmanını öldürmekten vazgeçti.
Bu hâl, tam öldürüleceği anda serbest kalan kâfirin gönlünde büyük bir muammâ oldu. O hengâmede savaşı, kavgayı unuttu, Hz. Ali’ye niçin kendisini serbest bıraktığını sordu. O Hak âşığı şöyle buyurdu:

“- Bizim gazâmız iki türlüdür: 
Biri, senin gibi kâfirle gazâ etmektir ki, Allah rızâsı için olur. 
Diğeri de nefsimizle gazâdır ki, nefsânî arzuları köreltmekle olur. Seninle savaşmam, Allah rızâsı içindi. Fakat sen benim yüzüme tükürdüğünde seni öldürseydim, nefsimin öfkesini tatmin etmek için öldürmüş olurdum ve nefsim beni mağlûb etmiş olurdu. Bu yüzden seni âzâd ettim. Nefsimi zaptedip gazâ-yı ekber etmiş oldum. Zîrâ bir mü’minin, nefsinin arzularına esir olması, senin gibi bir kâfirin zararından daha büyüktür.” 
(Ramazanoğlu Mahmud Sâmî, Hz. Aliyyü’l-Murtezâ, sf. 117.)

O gönül erinin bu ârifâne cevâbı karşısında, kâfirin gözünden gaflet perdeleri kalktı, gönlü îman nûruyla aydınlandı. Daha sonra Hz. Ali’yle birlikte nice gazâlara katıldı. Hak uğrunda öfke ile nefsinden gelen öfkeyi birbirine karıştırmadan, önce nefsine, sonra da düşmana karşı kahramanca savaştı. 

(Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Rahmet Esintileri, Erkam Yay.)

9 Nisan 2017 Pazar

7 Nisan 2017 Cuma

YAVUZ SULTAN SELİM HAN VE ELMA KONTROLÜ...

at, kılıç, osmanlı, osmanlı ordusu, yavuz sultan selim, han, padişah,
YAVUZ SULTAN SELİM HAN VE ELMA KONTROLÜ...

Yavuz Sultan Selim Hân, Mısır’ı fethetmek için İstanbul’dan yola çıkmıştı. Ordu saatlerce bağ ve bahçelik yerlerden geçti. Her taraf meyvelikti. Tam Gebze’ye gelindiği zaman ordunun dinlenmesi için mola verildi. 

Yavuz Sultan Selim Hân Yeniçeri Ağasını çağırtıp dedi ki: 

- Canım bir elma istedi, bana elma bul! 

Yeniçeri Ağası elma aradı bulamadı. Geri gelerek arzetti: 

- Padişahım, bir tek elma dahi bulamadım. 

Yavuz Sultan Selim Hân ısrar edip dedi ki: 

“Padişahımız hastalanmıştır, hastalığın iyileşmesi elma yemesine bağlıdır. Kimde bir tane varsa mükâfatlandırılacaktır.” diye ilân verin. 

Bu emir yerine getirildi. Fakat hiçbir asker elma getiremeyince Yavuz Sultan Selim Hân buyurdu ki: 

“Eğer bir askerimin üstünde halkın bahçelerinden koparılmış bir tek elma çıkmış olsa idi, bu Mısır seferinden vaz geçecektim. Bunu ordunun ahlâkını tecrübe için yaptım.” 

(Kaynak: Türkiye Çocuk Dergisi - Tarihten Bir Yaprak)

6 Nisan 2017 Perşembe

3 Nisan 2017 Pazartesi

2 Nisan 2017 Pazar

CANLILAR KAÇA AYRILIR?

öğretmen, öğrenci, sınıf, okul, soba, yokluk, yoksulluk, eğitim
Öğretmeni soruyor çocuğa:
- Canlılar kaça ayrılır?
- Dörde ayrılır öğretmenim “ diyor çocuk..
- Bana yanlış gibi geldi ama say bakalım...
- Bitkiler, Hayvanlar, İnsanlar, Çocuklar...
- Çocuklar da insan değil mi oğlum?
- Haklısınız, o zaman canlılar üçe ayrılır öğretmenim...
- Peki, şimdi yeniden say bakalım...
.
- Bitkiler, Hayvanlar ve Çocuklar...
- Oğlum insanlara ne oldu?
- Düşünebilenleri hep çocuk kaldılar, düşünemeyenleri de hayvanlaştılar öğretmenim ."

28 Mart 2017 Salı

KARTALLAR YALNIZ UÇAR

kartal, akbaş kartal, kuş, yırtıcı kuş, gökyüzü, şiir
Karanlık aydınlıktan, yalan doğrudan kaçar.
Güneş yalnızda olsa etrafına ışık saçar.
Üzülme, doğruların kaderidir yalnızlık.
Kargalar sürü ile, kartallar yalnız uçar.
(Ömer Hayyam)

27 Mart 2017 Pazartesi

24 Mart 2017 Cuma

ÇOCUK UYUTMAK.

çocuk, çocuk uyutmak, aile, anne, baba, kardeş, komik resim
Kim kimi uyutuyormuş :) :) :)
Dandini dandini dastana danalar girmiş bostana eee eee eee :) :)


23 Mart 2017 Perşembe

ALLAH DA MI GÖRMÜYOR?

kova, bakraç, süt, inek sütü, süt koymak
ALLAH DA MI GÖRMÜYOR?

Bir gece vaktiydi. Hz. Ömer (ra), mûtâdı olduğu üzere Medîne sokaklarını gezmekteydi ki, ansızın durakladı. Önünden geçmekte olduğu evden dışarıya kadar taşan bir tartışma sesi dikkatini çekmişti. Bir ana, kızına:

“– Kızım, yarın satacağımız süte biraz su karıştır!” demekteydi.
Kız ise:

“– Anacığım, halîfe süte su karıştırılmasını yasak etmedi mi?” dedi.
Ana, kızının sözlerine sert çıkarak:

“– Kızım, gecenin bu saatinde halîfe süte su kattığımızı nereden bilecek?!.” dedi.
Ancak gönlü Allâh sevgisi ve korkusu ile dipdiri olan kız, anasının süte su katma hîlesini yine kabullenmedi:

“– Anacığım! Diyelim ki halîfe görmüyor, peki Allâh da mı görmüyor? Bu hîleyi insanlardan gizlemek kolay, ama her şeyi görüp bilen Kâinâtın Hâlıkı Allâh’tan gizlemek mümkün mü?..” dedi.

Rabbânî hakîkatlerle dolu temiz bir vicdan ve diri bir kalbe sâhip olan bu kızın, derûnî bir Allâh korkusu içinde annesine verdiği cevap, Hz. Ömer (ra)’ı son derece duygulandırdı. Mü’minlerin Emîri, onu sıradan bir sütçü kadının kızı değil, gönlündeki takvâsı ile müstesnâ bir nasip bildi ve oğluna gelin olarak aldı. Beşinci halîfe olarak zikredilen meşhur Ömer bin Abdülazîz, işte bu temiz silsileden doğdu.

(İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, II, 203-204)

21 Mart 2017 Salı

HIRS

el, karakalem, çizim, ağaç, karamsarlık,
Kanaatten hiç kimse ölmedi,
hırsla da kimse padişah olmadı. 
(Hz. Mevlana)

20 Mart 2017 Pazartesi

GÜZEL VE ÖZLÜ SÖZLER

İnsan her şeyi anlatamaz, zaten kelimeler de her şeyi anlatmaya yetmez.
Cengiz Aytmatov

4. MURAD HAN RÜŞVETÇİYİ NASIL YAKALADI?

4. Murad han, Murad Han, padişah, kılıç, osmanlı,
DÖRDÜNCÜ MURAD HAN RÜŞVETÇİYİ NASIL YAKALADI?

Bir gün Sultan Dördüncü Murad'a gelip, subaşılardan (polis) birinin halktan rüşvet aldığını, bildirdiler.
Padişah hemen bir müfettiş görevlendirdi ve şikâyeti araştırmasını emretti. Müfettiş tam bir ay adamı takip et­tiği halde suçüstü yakalayamadı. Gelip durumu Padi­şah'a arzetti:
— Padişahım, zannedersem halk yanılıyor, şikâyet edilen subaşının rüşvet aldığına dair bir işarete rastla­madım.
Padişah kaşlarını çattı:
— Benim halkım yanılmaz, dedi, ama sende feraset yoktur.
— Feraset de ne ola ki Padişahım? Şöyle cevap verdi:
— Peygamber Efendimiz (sas) buyuruyor ki:
"Mü'minin ferasetinden sakının. Çünkü o Allah'ın nu­ruyla bakar." Feraset üstün zekâ. üstün kabiliyettir, an­layıştır. Hadi git...
Müfettişi gönderdikten sonra rüşvet aldığı iddia edilen subasını huzuruna çağırttı. Ona bir kese uzattı.
— Bunu al, sabah namazında Ayasofya Câmii'ne git, top kandilinin altında seni bekleyen fakire ver.
Adam keseyi aldı, kuşağının arasına koydu ve izin isteyip Padişahın huzurundan ayrıldı.
Ve sabah namazında Ayasofya Camii'ne gitti... Padişah'ın söylediği yerde kendisini bekleyen dilenci kılıklı adama keseyi uzattı:
Adam keseyi aldı.
— Allah Padişahımıza ve devletimize zeval vermesin, diye dua ederek koynuna attı. Subaşı gittikten sonra keseyi koynundan çıkarıp saydı. Yalnızca beş altın vardı.
Ertesi gün öğle üzeri halk rüşvetçi subaşının padişah tarafından yakalanıp cezalandırıldığı haberiyle bayram ediyordu. Bir belâdan kurtulmuşlardı.
Müfettiş işi merak etti. Kendisi bir ay peşinde dolaştığı halde adamı yakalayamamıştı da, padişah bir gece içinde bunu nasıl başarmıştı? Huzuruna çıkıp sorunca Padişah:
— Feraset dediğim budur işte. dedi. Adama verdiğim kesede elli altın vardı. Ama camide bekleyen fakire sadece beş altın verdi. Demek kırk beş altını kendi cebine attı. Böylece haram yediği anlaşıldı.
— Padişahım, kesede beş altın olduğunu nereden bildiniz?
Dördüncü Murad güldü:
— Camideki dilenci bendim. Bir suçluyu yakalamak için yapmayacağım yoktur. Çünkü ben Allah'tan korkarım.
Müfettiş, Padişahın ellerini minnetle öptükten sonra:
— Ferasetin ne demek olduğunu anladım, diye mırıldandı.

(kaynak: 
irfantakvimleri)

19 Mart 2017 Pazar

18 Mart 2017 Cumartesi

ANADOLU GEÇİLMEZ

Cepheyi  değiştiriyorlar ama  bilin ki ANADOLU GEÇİLMEZ.
(Şükrü Aygün)

ÇANAKKALE

GELDİLER GÖRDÜLER GİTTİLER.
GELİRLERSE YİNE GÖNDERİRİZ İNŞALLAH...

17 Mart 2017 Cuma

ENDONEZYA NASIL MÜSLÜMAN OLDU?

endonezya, endonezyalı müslümanlar, müslüman çocuklar, çocuk, öğrenci, talebe


Kumaş ticaretiyle uğraşan müslüman bir tâcir, günün birinde kumaşlarını bir gemiye yükleyerek Endonezya’ya gider ve oraya yerleşerek ticaretine devam eder.
Getirdiği kaliteli kumaşlar, tam da halkın aradığı cinstendir. Kendisi ise kanaat sahibi bir mü’min olduğundan; “Varsın kazancım az olsun, lâkin temiz ve helâl olsun.” düşüncesindedir. Bu sebeple “gabn-i fâhiş” denilen, bir malı değerinin çok üstünde satma fırsatçılığına meyletmez. Kısa zamanda zengin olma hayal ve hırsına kapılmaz.
İşe geç geldiği bir gün, tezgâhtarın sattığı mallardan çok yüksek bir kâr elde ettiğini görür ve bunun üzerine tezgâhtar ile aralarında şöyle bir konuşma geçer:
“–Hangi kumaştan sattın?”
“–Şu kumaştan efendim.”
“–Kaça sattın?”
“–On akçeye.”
“–Nasıl olur? Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Adamcağızın bize hakkı geçmiş. Görsen tanır mısın onu?”
“–Evet, tanırım!”
“–O hâlde hemen git ve o müşteriyi buraya getir. Onunla vakit kaybetmeden helâlleşmem lâzım.”
Tezgâhtar gider, müşteriyi bulup getirir. Dükkân sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, kendisinden helâllik ister ve tezgâhtar tarafından alınan fazla parayı da müşteriye uzatır. Müşteri ise daha evvel hiç karşılaşmadığı bu güzel muâmele karşısında büyük bir hayret içindedir. Kendi kendine; “Hakkını helâl et?” cümlesindeki derin mânâyı kavramaya çalışır.
Bu hâdise kısa sürede dilden dile dolaşır. Çok geçmeden de kralın kulağına kadar ulaşır. Sonunda kral, kumaş tüccarını saraya çağırır ve:
“–Sizin yaptığınız bu davranışı biz daha önce ne duyduk, ne de gördük! Sizin bu hâliniz, bize bir muammâ oldu. Bunu îzah eder misiniz?” der.
Tüccar ise kemâl-i edeple:
“–Ben bir müslümanım. İslâm’da ise mülk, Allâh’ındır. Kul sadece bir emanetçidir. Ayrıca İslâm’da haksız menfaat, fâiz, istismar, gabn-i fâhiş (kandırmak sûretiyle değerinin çok üstünde satış yapmak) ve toplumun zararına olan bütün alışverişler yasaktır.
Bu alışverişte ise müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram karışmıştı. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.” cevâbını verir.
Bunun üzerine kral:
“–İslâm nedir? Müslüman olmak neyi gerektirir?” gibi soruları peş peşe sıralamaya başlar.
Tüccar da soruları birer birer, tatlı bir dil ve zarif bir üslûp ile cevaplandırır.
Böyle bir dînin varlığını bu hasbihâl vesîlesiyle ilk defa duyan kral, fazla vakit geçirmeden İslâm ile şereflenir. Kısa bir müddet içinde halk da müslüman olur.

İşte Dünya devletleri içinde -yaklaşık 250 milyonluk- en yoğun müslüman nüfusuna sahip olan bugünkü Endonezya’nın İslâm’ı kabul etmesindeki sır, belki de sadece bu beş akçelik kumaş ticaretinde sergilenen İslâm ahlâkıdır. Müslüman tâcirin yaptığı şey ise:
Gerçek bir müslüman şahsiyetiyle İslâm’ın güler yüzünü ve rûhânî dokusunu fiilen sergilemekten ibârettir.
Bugün bizler de, güç ve imkânımız ölçüsünde üzerimize düşen vazifeleri en güzel bir üslûpla îfâ etmeliyiz. Bilhassa İslâmʼın tebliğ ve temsili hususundaki mesʼûliyetlerimize son derece îtinâ göstermeliyiz. Dünyanın her tarafındaki hidâyet mahrumlarına ve zulme mâruz kalan din kardeşlerimize karşı vazifelerimizi unutmamalıyız. Bu husustaki ihmal ve gafletin, Hak katında büyük bir vebâl olacağını, hatırımızdan çıkarmamalıyız.

Kaynak: Mehmet Paksu, Îman Hayata Geçince.

15 Mart 2017 Çarşamba

NASİHATLER

Lokman Hekim Diyor Ki...

Ulemanın yanında dilini koru! 
Evliyanın yanında gönlünü koru! 
Namazdayken kalbini koru! 
Yemekteyken mideni koru! 
Başkasının evinde gözünü koru! 
Halkın arasında dinini koru! 
İki şeyi unutma: 
Allah’ı ve ölümü! 
İki şeyi unut: 
Başkasına yaptığın iyiliği, 
başkasının sana yaptığı kötülüğü!

14 Mart 2017 Salı

BİR TEVAZU ÖRNEĞİ...

hz. mevlana, hacı bektaşı veli, eski insanlar, kıssa, hikaye, dini hikaye,
BİR TEVAZU ÖRNEĞİ...

Bir adam kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için, ineği Hacı Bektaş Veli'nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu. Durumu Hacı Bektaş Veli'ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli:
-"Helal değildir" diye bu kurbanı geri çevirir.

Bunun üzerine adam, Mevlevi dergahına gider ve aynı durumu Mevlana'ya anlatır. Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de anlattığını ama onun kabul etmediğini söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.
Mevlana şöyle der :
- "Biz bir karga isek, Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir."

Adam üşenmez, kalkar Hacı Bektaş dergahına gider ve Hacı Bektaş Veli'ye Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini birde Hacı Bektaş Veli'ye sorar.
Hacı Bektaş Veli'de şöyle der:
- "Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir."

13 Mart 2017 Pazartesi